Haberde Bursa

İbrahim Sanalp yazdı; KAPLANIN SIRTINDA

24.09.2023
71

Köşe yazarımız İbrahim Sanalp makalesinde;

Kitap adı: Kaplanın Sırtında. Yazarı: Zülfü Livaneli. Türü: Roman. Sayfa sayısı: 311.

Romanın yazılmasında, Doktor Atıf Hüseyin Bey’in anılarından yararlanılır. Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa’nın hatıratından yararlanılır. II. Meşrutiyet ve II. Abdülhamit anlatılır. Geçmişin, günün, geleceğin anlatıldığı bir roman. Devrimin ve çöküşün, büyük hayallerin ve hayal kırıklıklarının beraber yaşandığı bir dönem anlatılır.

  1. Abdülhamit, “doğar doğmaz kaplanın sırtına koymuşlar beni” diye düşünüyor. Kaplanın sırtında büyümek. Herkesin gözünü kamaştıracak bir kuvvet ve kudret gösterisi. Bir yandan korku. Devlet, bir kaplana benzetiliyor. Yönetici olan padişah, devletle anlam kazanır. Yöneticiliği kaybeden padişah, değerini, gücünü kaybeder. Kaplanla yaşamanın koşulu: onun efendisi olmaktır. Ya efendisin ya kurban.
  2. Abdülhamit, Selanik’te bir köşke yerleştirilir. Kadınlar, çocuklar, hizmetçiler: otuz kişilik bir topluluk olurlar. İlk gün aç kalırlar. Ertesi sabah, yoğurt ve dondurmayı elle yerler. II. Abdülhamit, “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin.” diye mırıldanır.

Hükümdar, bir babadır. Halk ise evlattır. İyi bir baba, evlatları arasında, denge gözetir. II. Abdülhamit, kargaşa ve suikasttan korunmak için sarayda bir hapis hayatı yaşamıştı. II. Abdülhamit, mühürlü şişelere doldurulmuş su içerdi. Açılmış olan hiçbir ilacı kullanmazdı. Vehimli bir kişiydi. Öldürülmekten korkardı.

Selanik, Fransız İhtilali’nin fikirlerinin yayıldığı bir şehirdir. Ayaklanmayı bastıran Hareket Ordusu da Selanik’teki ordunun parçasıdır. Selanik ismi, Tesalya Ovası ve Tesaloniki isimli bir prensesten gelir. Tesaloniki ismi, Tesalya ve niki-zafer isimlerinden oluşur.

Köşkün üst katından piyano sesi duyuldu. II. Abdülhamit’in kızı Ayşe Sultan, arya söylüyordu. “Yeniyi keşfet: keşfet yeni günü…”

Ortodoks inancında, cenaze tabutla toprağa verilir. Müslüman inancında, cenaze kefenle toprağa verilir. Dinin kuralları yerine getirilir. Osmanlı şehzadeleri, padişah olamadıkları zaman, ibrişim kuşakla boğazları sıkılarak öldürülürdü. Bu durum, bir kural olmuştu.

  1. Abdülhamit, ölümün korkusunu devamlı hissetti. Padişah, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, peygamberin halifesi kabul ediliyordu.

Polisiye romanlar yazarı İngiliz Konan Doyıl, Şerlok Holmes’i kurguladı. Pasteur, kuduz aşısını buldu. II. Abdülhamit, her iki kişiye ödül verdi, para gönderdi.

Şehzade Abdülhamit, amcası Sultan Abdülaziz tarafından Paris ve Londra seyahatine götürülür. Trenleri, fabrikaları görür. Kadının, erkeğin yanında olduğunu görür.

  1. Abdülhamit, uykusunda çeşitli rüyalar görür. Uyanınca, çok şükür rüyaymış, diyerek sevinir. Dua okur.

Selanik’te, mülki ve askeri kişilere, suikastlar yapılırdı. Bu yüzden, “ Yürek Selanik” deyimi ortaya çıkmıştı. Selanik, bir korku şehridir. Yahudiler, Türkler, Bulgarlar, Pomaklar, Yunanlar, Fransızlar, İtalyanlar: kozmopolit şehir halkını oluşturur. Keyif kelimesi, bütün dillere yerleşmişti.

Ezan okunan mahallelerde, bir sükût hâkimdi. Deniz kenarında bulunan kahvehanelerde, meyhanelerde: şakrak Rum kızların şarkı söylediği gazinolarda, buluşulurdu. Doktor Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey, kendisi gibi bekâr arkadaşlarıyla buralara takılırdı.

Atıf Hüseyin Bey, sadece bir bardak bira içerdi. Masadaki arkadaşlarıyla sohbet ederdi. Bazen kahvehanede kahve içerdi. Bilardo salonunda bilardo oynardı.

  1. Abdülhamit, bir ihtilale benzer bir hareketle, ülkeyi tek başına yönetiyordu. Anayasayı askıya aldı, Meclis’i tatil etti. Selanik’te bulunan genç subaylar: anayasayı ve Meclis’i tekrar hâkim kılmak istiyordu.
  2. Abdülhamit’e Kızıl Sultan, Kızıl Baykuş nitelemeleri yapılıyordu. Geçeceği yola, bombalar konup patlatılıyordu. II. Abdülhamit, ayrım yapmadan herkese zulmediyordu.

Doktor Atıf Hüseyin Bey, evinin bir odasındaki masa üzerinde, hayalinde yaşattığı sevgilisine mektuplar yazıp: bir çekmecede saklıyordu. Zarfların üzerine, Nabi Zade Melahat Hanım ismini yazıyordu.

  1. Abdülhamit, dikkatini köşkün parkelerine veriyor. Parkeleri inceliyor. İçinde bulunduğu sıkıntılı durumu, unutmaya çalışıyor. Selanik’teki otellerden yatak, çarşaf, yorgan gibi eşyalar köşke getirilir. Gaz lambaları getirilir. Yaşantı, biraz aydınlanır.
  2. Abdülhamit, tütün içerdi. Sarılmış sigaraları, mücevherle süslü bir kutuda saklardı. II. Abdülhamit’in kızları, babalarını: reverans yaparak selamlıyorlar.

Sultan Reşat, II. Abdülhamit gibi, “tavşana kaç, tazıya tut” diyebilecek durumda değildi. Büyük devletleri kandırmayı başarabilecek: Fransa ve İngiltere imparatorlarını, Rus Çar’ını, Alman Kayzer’ini birbirine düşürebilecek: bir siyasi maharete sahip değildi.

Sultan Abdülmecit, ince ve güzel bir adamdı. Sultan Abdülaziz, heybetli, çakır gözlü bir pehlivandı. Şehzade Murat ve Şehzade Abdülhamit, Fransızca biliyordu. Şehzade Murat, piyano çalıyordu. Avrupalı kadınlarla dans ediyordu. Şehzade Murat’ın tahta çıkış töreninde, İngiliz Marşı çalınmıştı.

Yıldız Sarayı’nda bulunan gizli çekmecelerde, altın, gümüş, mücevher bulundu. Hareket Ordusu, bunlara el koydu.

Köşkte, II. Abdülhamit, yere seccadesini serip namaz kılıyordu. Sırtında hırkası ve yer yer ağarmış sakalı vardı. Mülkün sahibi Sultan, bütün farklı toplumların babası, Müslümanların halifesi… Bir köşkte tutuklu… Hafiyeleriyle millete kan kusturmuş biri…

Kumandan Ali Fethi Bey, II. Abdülhamit’e “Hünkârım” diye hitap ediyordu. Ayakta duruyordu, yüzüne bakmadan konuşuyordu.

  1. Abdülhamit, burun, dinamit, isyan, sosyalizm, nihilizm, hal, Murat, Reşat, hasta, suikast, yıldız gibi kelimelerin kullanılmasını yasaklatmıştı.
  2. Abdülhamit, bir koltuğa oturmuş kitap okuyordu. Her gün “Sahihi Buhari” isimli hadis kitabını okuduğunu, Kumandan Ali Fethi Bey’e söylüyor.
  3. Abdülhamit, yüzüne çıra suyu sürüyordu. Yatağın başında, tuğla bulundururdu. Bu tuğlayla teyemmüm ederdi. Abdestsiz gezmezdi. Hastalıklara karşı, kendi tedbirleri vardı. Az yiyip sinameki çayı içerdi.

Hükümdarlık bir baht işidir. Zanaat ayrıdır, şahsi kabiliyettir. Marangozluk mesleği, padişahı dinlendirir. Kendisine polisiye romanlar okutur. Kolonyayla ellerini siler.

Selanik, eğlence hayatına, ılıman iklime, kozmopolit halka, beş ayrı dilde çıkan günlük gazetelere, fikir tartışmalarına ev sahipliği yapardı.

  1. Abdülhamit tahta çıkmadan önce, Selanik’te “Kız Vakası” oldu. Bulgar kızı Helen, bir Türk’e âşık oldu. Helen, dinini değiştirip çarşaf ve yaşmak altına girdi. İki âşık, damadın annesi, imam: beraberce Selanik istasyonuna gelirler. Burada toplanmış olan yüz elli kişilik Ortodoks grup: olay çıkarır. Helen’i Amerikan konsolosunun evine kaçırırlar. Öfkeli bir Müslüman grup: tekbir getirerek sokaklara dökülür. Saatli Cami’de toplanırlar. Alman ve Fransız konsolosları, bu camiye girer. Alman ve Fransız konsoloslar, kalabalık tarafından, linç edilir. “Osmanlı Devleti’nde idaresizlik artık dayanılmaz bir dereceye ulaşmıştır.” görüşü, Avrupa basınında dile getirilir. Beş büyük devletin savaş gemileri, Selanik limanına gelir. Toplarını şehre yöneltir. Konsolosları öldürdüğü öne sürülen: altı Türk, Elefteria Meydanı’nda asılır. Sultan Abdülaziz’i tahttan düşürecek olan gelişmeler tetiklenir.

Selanik’teki “Kız Vakası” II. Abdülhamit’in padişah olmasının yolunu açar. Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu, II. Abdülhamit’i tahttan indirip Selanik’e sürgüne gönderir.

1876 yılında I. Meşrutiyet ilan edildi. II. Abdülhamit padişah oldu. Kanun-i Esasi kabul edildi. II. Abdülhamit, bir süre sonra Meclis’i tatil etti. Anayasayı askıya aldı. Tek başına yönetmeye başladı. 1908yılında II. Meşrutiyet ilan edildi. Kanun-i Esasi kabul edildi. Selanik’te resmigeçit düzenlendi. Her dinden her cinsten insan, “yaşasın hürriyet” diyerek,yollara çıktı.

Selanik’teki Üçüncü Ordu Hastanesi, isyan eden komitacılarla çarpışıp yaralanan askerlerle doluydu. Doktor Atıf Hüseyin Bey, her gün ameliyatlar yapıyordu. Başhekim, çağırtıp II. Abdülhamit ve ailesinin doktorluk görevini iletti. Görevi bitince, hastane önündeki görevli üstü açık arabaya bindi. Hamidiye Caddesi’nden geçti. Her yerde, diktatörün ismi vardı. Doktor, İtalyan mimar tarafından yapılan köşke vardı. Bahçenin ortasındaki çiçeklikte, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganları yazıyordu. Bu sloganlar, Fransız Devrimi sloganlarıydı.

Kumandan Ali Fethi Bey’in bıyıklarının ucu, yukarı doğru kıvrıktır. Bu bıyık stili, Alman Kayzeri’nin bıyıklarına benzer. Mustafa Kemal’in de ucu yukarıya kıvrık bıyıklarıyla çekilmiş fotoğrafı vardır.

  1. Abdülhamit, Doktor Atıf Hüseyin Bey’i kabul etti. Sağlık sorunları konuşuldu. II. Abdülhamit’le her gün görüşme yapılır. Bu görüşmeler sırasında, II. Abdülhamit: “Aslında hükümdar tahtının esiridir. Her istediğini yapamaz. Devlet, birçok kişiyle yönetilir. Fransa’yı, İngiltere’yi gezdim. Fenni ilerleme karşısında hayran kaldım. Trenler, geceyi gündüze çeviren lambalar, kadın erkek beraber yaşanılan şehirler gördüm.” sözlerini söyler.

Başka bir gün, II. Abdülhamit devam eder: “Herkesin kendine göre bir fikri var. Ulema ayrı söyler, Avrupa’da tahsil edenler ayrı söyler. Hürriyet diyorlardı. Hürriyet kelimesinin devletimizi parçalayacağını biliyordum.”

  1. Abdülhamit, imparatorluk halkını, fısıltıyla konuşmak zorunda bırakmıştı. Birçok kişi, sürgüne gönderildi. Melahat Hanım’ın babası da Kıbrıs’a sürgüne gönderilmişti. Namık Kemal, hapis ve sürgün cezası almıştı. Yıllardır, Namık Kemal’in hürriyet şiirleri okunuyordu. Mustafa Kemal, Namık Kemal’in şiirlerini okuyordu.

Padişah, Namık Kemal’i anayasayı hazırlaması için görevlendirilen komiteye aldı. Memuriyet görevi verdi. Namık Kemal ve Tevfik Fikret yanında, Mehmet Akif de II. Abdülhamit’i eleştirdi. Doktor, “Hepimiz çelişkilerle doluyuz.” diye düşündü.

Doktor ve subay arkadaşları: Olimpos’ta içkilerini yudumladılar. Doktor, II. Abdülhamit ile karşılaşmasını anlattı. “Salona sırtında bir hırkayla, yaşlı, yorgun bir adam girdi. Orta boylu bir adam. Kamburu çıkmış.”

 

  1. Abdülhamit, kendini tedavi ettiğini söyler. Kızgın demirle dağlayıp vücudundaki iltihapları, tedavi ettiğini belirtir. Gövdesinde, yanık izleri vardır. II. Abdülhamit’in yanında, beş hanımı, üç kızı, iki oğlu ve hizmetliler vardı.

“II. Abdülhamit, Müslüman halkı el altından tahrik etti: Ermenilerin üzerine saldı.” dedi, Malatyalı Saffet Binbaşı… Hamidiye Alayları adı altında, binlerce Kürt silahlandırıldı. Kürt ağalara, paşa unvanı verildi.

Ermenilerle Müslümanlar arasında, silahlı çarpışmalar yaşanır. Toplamda binlerce insan hayatını kaybeder. Bir Ermeni kadın, ölenler arasında olan kocasını tanır. “Kocasının pantolonunun indirilmiş ve sünnet edilmiş olduğunu görür.”

Avrupa devletleri, çarpışmaları izlemek için gözlemciler gönderir. Gözlemciler, kim Müslüman, kim Hıristiyan diye, sünnetli olup olmadıklarına bakıyor. Kurbanları, buna göre sayıyor. “Ölen Hıristiyan Ermeniler, öldükten sonra, hükümet kuvvetleri tarafından sünnet ediliyor. Müslüman olarak kayda geçiriliyor.”

Çakırkeyif subaylar, lokantadan çıkar. Herkes kendi yoluna gider. Doktor, sokakta yürürken, “Ölüm saatine bağlı. Eğer üzerinden bir süre geçmişse ölü bedenler kanamaz.” diye düşünür. Ermeni ve Müslüman: hepsi aynı ülkenin yurttaşıdır sonuçta.

Doktor, Padişah’la konuştuklarını, not ediyor. Çok küçük harflerle: küçük bloknotlara yazıyor.

  1. Abdülhamit’in kızları, oyalanmak için piyano başına geçiyor. Alaturka ve alafranga şarkılar çalıyordu.

Yıldız Sarayı bir şehirdi. Camisi, karakolu, bankası, hastanesi, pastanesi, müzesi, eczanesi, muhafız alayı, operası, tiyatrosu, seramik fabrikası, marangozhanesi, hayvanat bahçesi vardı.

  1. Abdülhamit, hanedan üyelerine: içerde ve dışarda çok düşmanları olduğunu söylüyor. Hafiye teşkilatının gerekli olduğunu belirtiyor.

Not: “Toplumda uzlaşmak gerekir. Uzlaşma, düşmanlığı önler. Hak ve görevleri belirten uzlaşma yapılması gerekir.”

Avrupa basını, II. Abdülhamit’in karikatürlerini yayınlardı. Eli kanlı katil olarak çizilirdi. Kongo’da insanların elini kestirip bu kesik elleri Brüksel’de sergileyen: Kral Leopold’a barbar demiyordu, Avrupa basını. İkiyüzlülük yapıyordu.

Köşkte sıkılan kadınlar, saray operasında izledikleri İtalyan eserlerinden sahneler oynuyorlardı. Piyano eşliğinde, Verdi’den aryalar söylüyorlardı.

Yıldız Sarayı’nda “opera” vardı. Opera, paşa, binbaşı, albay gibi rütbeler verilmiş: kadınlı erkekli İtalyan artistlerden oluşuyordu. Oyuncuların askeri üniformaları vardı.

Padişah, bazı günler oyunları: ailesiyle, konuklarıyla birlikte izlerdi. Geceleri, locasında tek başına oturup izlerdi. Anadolu’da İslam’ın koruyucusu olarak tanıtılan halife, bir Avrupa kültürü hayranıydı. Alaturka müziğin, ruha kasvet verdiğini, alafranga müziğin ise insanı neşelendirdiğini söylerdi.

Şerlok Holmes, İngiliz polis hafiyesidir. Fransız yazar Piyer Ponson, Rokambol isimli bir polis hafiyesi kurgular. II. Abdülhamit, Yıldız Sarayı’nda polis hafiyelerinin maceralarını anlatan romanları: bir görevliye okutur.

 

  1. Abdülhamit’in annesi, genç yaşta veremden ölür. Öksüz kalır. Anne hasreti çeker. Şehzade Murat, çok içki içerdi. II. Abdülhamit, bir kadeh konyak ya da rom içerdi.
  2. Abdülhamit, Doyçe Bank ve Kredi Liyone gibi bankalara: altınlarını, hisse senetlerini yatırmıştı.

İttihat Terakki Cemiyeti, memleketin kaderine el koymuştu. Doktor, kendini Selanikli hissediyordu.

Kapitülasyon yasalarına göre, gemiye girilip arama yapılamıyordu. Gemiden çıkarılan her şey, iğneden ipliğe araştırılırdı.

Saray’a bağlı kumandanlar, genç ve gözü pek fedailer tarafından, teker teker vurulmuştu. İttihat Terakki Cemiyeti’ne üye olanlar, yemin ederken: bir elini Kur’an, öteki elini bir kama üzerine koyardı.

Toplumda en geri olanlar, Müslüman ahalidir. Hıristiyanlara ve Yahudilere göre, okuma yazma çok azdır. Çünkü bizim yazımızı öğrenmek zordur.

  1. Abdülhamit, şehirlerin merkezine, birer saat kulesi yaptırır. Bu kulelerdeki saatler, alafranga saate göre ayarlanır. Ahali alafranga saate alışınca, Avrupa saatine uyum sağlanacağı düşünülür.

İttihat Terakki Cemiyeti Hükümeti, II. Abdülhamit’in mal varlığına el koyar. Yabancı bankalardaki parasını, orduya bağışlaması istenir. II. Abdülhamit, kabul eder. Çocuklarının geleceği ile ilgili kaygılarını dile getirir. Kendisine maaş bağlanmasını ister.

  1. Abdülhamit, Sarraf Zarifi ile işbirliği yapar. Sarraf Zarifi’nin görüşlerine göre yatırım yapar. Sarraf Zarifi ve ailesini, sarayda ağırlar.
  2. Abdülhamit, ailesine doktor tarafından aşı yapılmasına izin verir. Kendisine daha sonra aşı yapılmasını ister.
  3. Abdülhamit, sarayda gördüğü Çerkez kızı, çok beğenir. Evlenmek ister. Çerkez kız, tek eşli evlilik yapmak için bu teklifi kabul etmez. Çerkez kız, bir mabeyinciyle evlendirilir.

Osmanlı hanımları, kapalı giyiniyordu. Avrupalı hanımların, alttan korseyle sıkıştırılıp iyice ortaya çıkarılmış: mermer beyazı memeleri görünüyordu. II. Abdülhamit, Avrupa gezisinin hatıralarını hatırlıyordu.

Doktor, efsunlu bir Boğaziçi gecesinde, Melahat’a rastlar. Melahat’ın hayalini görmeye başlar. Hürriyetle Melahat arasında ilgi kurar. “Ne efsunkâr imişsin ah ey hürriyetin yüzü / Aşkının esiri olduk gerçi, kurtulduk esaretten” şiirini hatırlar. Doktor, bütün genç subayları yüreğini coşturan hürriyet kahramanı Namık Kemal’den: dizeler tekrarlamayı âdet haline getirmişti.

Resneli Niyazi Bey isimli subay, askerleriyle beraber Mekadon Dağları’na çıktı. Olayları bastırmak için II. Abdülhamit’in gönderdiği Şemsi Paşa, Selanik Postanesi’nden çıkarken üç kurşunla vuruldu. II. Abdülhamit, isyancıların hürriyet isteklerini kabul etti. II. Meşrutiyet ilan edildi.

Selanik caddeleri, zafer taklarıyla süslendi. Bembeyaz giysileri ve başlarında defne dallarıyla hürriyeti simgeleyen Rum kızları: resmigeçit için süslenmiş arabaların üstünden, iki yanda alkışlayan seyircilere, çiçekler attılar. Bu coşkunun altında, mutlak hükümdara: bir Meclis’i zorla kabul ettirmiş olmanın gururu okunuyordu.

  1. Abdülhamit, zekâsına güveniyordu. Zeki adamın kaba kuvvetle işi yoktu. Şiddet kullanmak ancak kıt zekâlılara özgü bir durumdu. II. Abdülhamit, düşman grupları birbirinden ayrı ve rakip durumda tutuyordu.

 

Şehzade Abdülkadir, keman ve sosyalizm ile ilgileniyordu. II. Abdülhamit, oğluna “Komünizm denilen fesattan sana ne? Bunlar Rus serserilerin işleri.” diye: nasihat ediyordu. İsyanlardan korkuyordu. Osmanlı Donanması askerlerinin isyanından korktuğu için, donanmayı Haliç’te çürüttü. Osmanlı denizleri, savunmasız kaldı.

  1. Abdülhamit, beş vakit namaz kılar. Rakı ve bira fabrikaları kurulmasına izin verir. Yabancı dillerden çeviri yapılır. Alafranga saate geçilir. Kadınların çarşaf giymesini yasaklar. Birbirine zıt davranışlar sergiler.
  2. Abdülhamit, doktorun verdiği ilaçları kullanmıyordu. Kendisinin uyguladığı tedavileri yapıyordu.

Doktor, akşamları eve gelince, sevgilisine mektup yazıyordu. Sonra II. Abdülhamit’in anılarını küçük harfli bir yazıya dönüştürüyordu.

Avrupa dergilerinde çıkan karikatürler: imparatorluğu, güçlü avcılar tarafından parçalanan vahşi bir av hayvanı gibi gösteriyordu.

Dünyanın devirleri vardır. Hiç kimse devrinin dışında yaşayamaz. Zaman ve mekân içinde, insan var olur. II. Abdülhamit de bir insandır. Eskiden zalim ve vicdansız biri olarak anlatılan II. Abdülhamit: ağrı çeken, korkan, vehimli, kederli bir hasta olmuştur.

Boğaz sularında lüfer çeken, Istıranca ormanlarında avlanan, yaz kış demeden yüzen, koşan, ata binen, piyano çalan genç bir delikanlı şehzade… Doktor, bir II. Abdülhamit’e bakıyor, bir de anlattıklarına: inanamıyordu.

Sultan Abdülaziz, kıspet giyer, saray bahçesinde davet edilen pehlivanlarla güreşirdi. Ava, cirit oyunlarına meraklıydı. Piyano çalar, besteler yapardı.

Avrupa modasının rüzgârı esmişti. İstanbul’da bir Frenk modası alıp başını gitmişti. Bu modadan saray da etkilendi.

Sultan Abdülaziz, Fransa’ya davet edilir. Tulon limanında top atışları ve orkestranın çaldığı: Sultan Abdülaziz’in besteleriyle karşılanır. Fransız halkı, kadın erkek limanda toplanmıştı. Trenle yola çıkılır ve Paris’e varılır. Paris’in büyük binaları, geniş bulvarları, kestane ağaçları, kadınlı erkekli kafeleri: bir masal âlemi gibiydi.

Köşkte II. Abdülhamit, gramofonda plak çalıyordu. Johan Strauss’un bir valsini dinliyordu. Bu vals, II. Abdülhamit için bestelenmişti.

  1. Abdülhamit, kazı izni isteyen yabancılara: altın ve mücevher çıkarsa benim ama taşları götürün, dediği için Avrupa ülkelerine, tarihi eserler gitmişti. Zeus tapınakları, Altarlar, Pergamon, Truva, Afrodisias, heykeller adeta yağmalandı.
  2. Abdülhamit’in annesi ve hanımlarının çoğu Çerkez’dir. Avrupa’da ve Rusya’da kadın bir kıymettir. Hayatın içindedir. Erkeklerle kadınlar, beraber toplumu oluştururlar. Bizde ise kadın, kafes arkasında. Bu sorunu çözmek gerekir, görüşü söylenir.

Paris’teki sergide, Osmanlı el ürünleri sergilenir. Türk kahvesi içilip çubuk tüttürülür. Osmanlının makinesi, icadı, tekniği yoktu. III. Selim devrinden beri, Batılılaşma çalışması yapılıyordu. II. Abdülhamit, tepkiden korktuğu halde, reformlar yapıp okullar açtı. Hapis ve sürgün cezasından kurtulmak için: münevverler, Avrupa’ya gidiyordu. Namık Kemal, Şinasi, Ali Suavi gibi…

Fransız İmparatoru, belirli saate göre verilen randevulara göre, görüşme yapıyordu. Osmanlı Padişahı, bu kurala uymuyordu. Batı-Doğu karşılaştırmasını ancak konuyu bilen birisi yapabilir. Batı’nın ilerlemesi, Doğu’nun geri kalması söz konusudur.

Not: ”Batı ve Doğu ayrımı, dini bilgi ve dünya bilgisi ayrımının yerini tutmaz. Toplumlar, kültürlerini, dini bilgi ve dünya bilgisi bütünlüğü üstünde oluştururlar. Bir tane dünya kültürü vardır.”

Ordunun büyük kısmı terhis edilmişti. Orduda ast-üst hiyerarşisini altüst eden bir kargaşa belirmişti. Balkan devletleri silahlanıyordu. Bu devletleri, Rusya destekliyordu. Girit, Yunanistan’a verildi.Arnavutluk, bağımsızlığını ilan etti. II. Abdülhamit’in bunlardan haberi yoktu.

Mustafa Kemal, askerlerin siyasetçiler gibi davranmalarının: büyük bir tehlike olduğunu söylemişti. Ordu içindeki nizam bozulur, idareye zarar verilir. Lider kadrosunun, ordudan istifa etmelerini ve hayatlarına: sivil siyasetçiler olarak devam etmelerini teklif ediyordu. İttihat Terakki Cemiyeti üyeleri, tepeden tırnağa silahlıydı. Herkesin eli tabanca kabzasındaydı.

Paris sokakları, her akşamüstü arazözlerle sulanıyordu. İstanbul belediyesi sokakları sulamıyordu. O vazifeyi esnaf görüyordu. Bakkallar, peynir tenekesi ve zeytinin suyunu: berberler, tıraş suyunu sokağa dökerdi. İki belediye arasındaki fark, düşündürücüydü.

Fransa’nınBaloni limanından gemiyle hareket edilir. Manş Denizi geçilir. İngiltere’de Dover limanına varılır. Karşılama töreni yapılır. Trenle Londra’ya gidilir. Tren yolunun etrafında fabrika bacaları, sanayi imalathaneleri göze çarpıyordu. Havada bir kömür kokusu vardı. İngiltere, sanayi, teknik konularında ileri gitmişti. Tersanelerinde gemilerin inşa edilişini, II. Abdülhamit gezi sırasında görür. İngilizler, sisli, puslu, yağmurlu adadan bütün dünyayı idare etmeyi beceriyordu.

  1. Abdülhamit, 93 Harbi’nde yenilen taraf olarak anlaşma imzaladı. Diplomasi yoluyla çözülebilecek sorunlar yüzünden, savaşa girilmişti. Meclis’i tatil etti. Anayasayı askıya aldı. Yöneticileri sürgüne gönderdi. Hafiye teşkilatı kurdu. On binlerce hafiye çalıştırdı. Milyonlarca jurnal aldı. Herkes birbirini padişaha jurnal ediyordu.

Paris ve Londra gezisi sırasında, en büyük donanma İngilizlerde, ikinci büyük donanma bizdeydi. Fırtınalı bir havada, İngilizler donanma gösterisi yaparlar. Sultan Abdülaziz’e, Kraliçe Viktorya: gemi güvertesinde, dizbağı nişanı takar.

Padişahın tahtından uzanan altın sırmalı uzun bir kordonun ucundaki püskülü: ziyaret edenler, padişahın eli olarak öperdi. Âdet böyleydi. Nişan takmak da bir âdetti.

Londra elçisi Rum asıllı Müzürüs Paşa’dır. Otuz beş yıl elçilik yapar. Sekiz lisan bilirdi. Meşhur İtalyan edibi Dante’nin İlahi Komedya’sını Türkçeye ve Yunancaya tercüme etmişti.

Şehzade Murat, Londra’da Avrupalı tavırları, kıvrak ve zarif valsleri, mükemmel Fransızcasıyla genç kadınları büyüler. Şehzade Murat’ı İngilizler padişah yapmak istiyordu. İngilizlere yakın olan bir halife istiyorlardı.

İktidar, yetkiden çok sorumluluktur. Devleti görevliler yönetir. Sorumluluk, görevlilerden biri olan padişaha yüklenir. Taşınamayacak bir yüktür bu.

Hastanede işler çok artmıştı. Yaralılar, verem, dizanteri, kolera hastaları tedavi ediliyordu. Hastalıktan, açlıktan insanlar sapır sapır dökülüyordu. Bir imparatorluk çöküyordu.

Uzun sakallı, üniformaları madalyadan, nişandan görünmeyen gururlu ve aksi: akılları imparatorluğun ihtişamlı günlerinde kalmış ihtiyar paşalar vardı. İhtilal ateşi ve “Hürriyet, Uhuvvet, Müsavat” sloganıyla yaşayan genç subaylar vardı. Bu iki kuşak subay, aralarında anlaşamıyordu.

  1. Abdülhamit, bir insandı. Kutsal sıfatlarla kutsanıyordu. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, peygamberin halifesi sıfatlarıyla kutsanıyordu.

Selanik’te II. Abdülhamit ve ailesi, kimseyle görüşemiyordu. Aile üyeleri, stres içindeydi. Başka ailelerle mukayese yapma imkânları yoktu.

  1. Abdülhamit, sandalyede oturuyor ve uyukluyordu. Ağzından Flora ismi çıkmıştı. Doktor, bu ismi merak etti.

Şehzade Abdülhamit, Pera’ya gezmeye gider. Cadde-i Kebir’in iki yanında sıralanmış lokantalar, müzikholler, tiyatrolar var. Paris’le irtibatlı moda mağazaları var. Frenk Mahallesi olduğu için rengârenk şemsiyeli Fransız kadınlarını görmek içini açıyor. Bir mağazaya giriyor. Çevresine bakınırken bir mağaza çalışanının yaklaştığını seziyor. Başını kaldırıp iki yeşil mavi karışımı, göz görüyor. Uzun saçlarını, beyaz tenini, dudaklarını fark ediyor. Kızın tavsiyesiyle iki çift eldiven alıyor. Adını soruyor. Flora Cordier cevabını alıyor. O günden sonra Flora’dan başka şey düşünmez oluyor. Her gün mağazaya gidiyor. Bir şeyler alıyor. Aldığı eşyaların gönderilmesi için Çırağan Sarayı’nı adres verir. Flora, zarif bir reverans yapar.

Flora ve Şehzade Abdülhamit, gizlice evlenir. Tarabya’daki köşkte yaşamaya başlar. Bir tarafta imparatorluk tacı, öte yanda başını döndüren kara sevda. İkisi bir arada olamazdı. Ayrılırlar. II. Abdülhamit, haremdeki kızlarla tam bir şarklı padişah hayatı yaşamaya başlar.

Doktor, evine gelir. Ülkenin içinde bulunduğu durumu düşünür. Devlet, mum gibi eriyordu. Cepheden korkunç haberler geliyordu. Osmanlı yönetimi, siyasi gruplar arasında parçalanmıştı. Ordu, ikiye-üçe bölünmüştü. İttihatçılar, İtilafçılar, Halaskaran subaylar…

Doktor, hastaneye gelir. Hastane yaralı doluydu. Selanik ufkundaki kara bulutlar gittikçe yaklaşıyordu. İttihatçıların işlediğini bildiği cinayetlere ortak olma endişesi: zaman zaman vicdanında bir yara gibi kanıyordu.

  1. Abdülhamit, “Sultan Abdülaziz’in Avrupa gezisi sonrası toplantılar yapıldı. Avrupa’nın kadınıyla erkeğiyle birlikte çalışması, herkesi çok etkilemişti. Işıklı binalar, trenler, fabrikalar hatırlanıyordu.” diyor.

Doktor, deniz kıyısına gelir. Deniz kıyısında bir yat görür. Gemi süvarisini Alman’a benzetir. Harp ortalığı kavururken bu gemi Selanik’te ne yapıyordu?

Bulgar ve Yunan orduları, Selanik’e doğru geliyordu. Görevli komutan, durumu anlattı. Top sesleri duyuluyordu. İstanbul ile Selanik arasındaki karayolu ve demiryolu ulaşımı kesilmişti. Selanik, sessizliğe büründü. Sokaklar, caddeler, meydanlar boştu. Selanik, resmen teslim ediliyordu. Yahudilerin temsilcileri, Rumların temsilcileri: şehrin harpte yıkılmasına karşı çıkıyorlardı.

  1. Abdülhamit, “avcıları birbirine düşürerek avın hayatını uzatmak” taktiğini uyguladı.

İttihatçı subaylar, ordu disiplinini, eğitimini ihmal ettiler. Ast üst ilişkisi yara almıştı.

Padişah, Selanik’ten ayrılacaktı. Bu şehri hiç görmemişti. Yetkililer rıhtımdaki yerini aldı. Filikalara binen II. Abdülhamit ve ailesi, gemiye çıktı. Padişah, akşam yemeğini kaptanla birlikte yedi. Alman İmparatoru’na teşekkür etti.

Loreley isimli yat, İstanbul’dan Selanik’e Kızılhaç malzemesi götürmüştü. Şimdi geri dönüyordu. Yabancı gemi görününce, herkesin kamaralara girmesi isteniyordu. Boğaziçi’ne gelindi. Top sesleri yükseldi. Bando Hamidiye Marşı’nı çaldı. Loreley, Kızkulesi yakınlarında durdu. Bir bot yaklaştı. Yetkililer, Beylerbeyi Sarayı’nda kalacaklarını söyledi. (İbrahim Sanalp)

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>