Haberde Bursa

SOLDAN BAKIŞLA, ÜLKÜCÜ, M. METİN KAPLAN’A VEDA VE HELALLEŞME.

22.02.2022
881

Geçmiş dönem CHP Parti Meclis Üyesi Güler Buğday’dan ülkücü yazara son veda.

Buğday; “Bugüne kadar paylaştığım yazıların inanın en zorunu yazmaya çalışıyorum.
Çünkü ülkemde insanlar çok öfkeli ve çok keskin kalıplarla karşıt hatta düşman olmuşlar.
Siyasette konuşma dili kabalaşmış hatta çirkin bir tehdit dili konumuna girmiş.
Karşıt olanlarla mutlaka öfke, aşağılama, karalama ve tehdit sözlerinin kullanıldığı çirkin sloganlarla nefret kusulan bir ortamda bu yazımı yazıyorum!!!
Ancak ben yaşamım boyu hiç kimseden korkmadan ama ahlak, dürüstlük ve vicdandan ayrılmadan, özelliklede sol/sosyal demokrat kimliğime asla helal getirmeden yaşadım.
Bu günde sol kimliğimle ve sol/sosyal demokrat anlayışıma hiç ihanet etmemiş bir insan olarak bu yazımı yazıyorum.
Dün dostlarının ve sevenlerinin Ulucami’den tekbirlerle defnettikleri Ülkücü M.Metin Kaplan’ı kendi gözümden ve yüreğimden yazmak ve anlatmak istedim.
Siyasette asla yana yana gelemez ve bırakın dost olmayı onlar konuşamaz sanılan, köşeli, dik ve kendi dünya görüşünden ödün vermeyen iki insanın nasıl dost olabileceğine, dayanışabileceğine ve hatta sırdaş olabileceklerine örnek olunurmuş bilinsin diye yazıyorum.
Hatta Ülkücü Metin Kaplan’ın çocuklarının bana, yani soldan sağa hiç savrulmamış, köşeleri hiç törpülenmemiş Güler Buğdaya “HALA,” kaybettiğim eşim Mehmet Buğdaya “DEDE” diyecek kadar sevip sayan, değerli ve saygın bir dostluğu başarabildiğimiz için; zamansız kayıptan duyduğum üzüntümü ve hakkımı helal ettiğimi anlatmak için yazıyorum.
Güler Buğday, sosyalist bir mücadeleden hiç ödün vermediği için 12 Mart ve 12 Eylül faşizminde çok çile çekip sonunda faşist yönetimin 1402 sayılı yasası ile meslekten atıldı.
Eşi Mehmet Buğdayda solcu eşine yardım ettiği iddiası ile aynı yasayla meslekten çıkarıldı.
Çok zor koşullarda inanılmaz acılar ve mücadeleler sonucu bir iş kurmayı başarmış ve spor malzemeleri üretimine geçmiştim.
Bir müddet sonrada üretime katkı için İnegöl Çarşındaki alt katın girişinde sol baştaki dükkân ve içine yaptığım ofiste çalışamaya başlamıştım.
Enteresandır adeta ideolojilerimize uygun bir biçimde idamla yargılanan on yıldan fazla yatıp afla hapisten çıkan Metin Kaplan’da bizim sıramızın sağ başında kitap ve kırtasiye dükkânı açtı.
Alpaslan Türkeş’in gelip açacağı dükkân için komşu olarak davetiye getirdiği gün gördüm ve tanıdım.
Kendisi oldukça uzun boylu olduğu için mağazamın sonundaki ofisime başını eğerek girdi.
Tarzı ve tipi bana ilk görüşte ürkütücü gelmişti.
Üstelik kendisi sağcı ve bizlerin o günlerdeki tanımlaması ile ‘faşist bir katil’ diye duyduğumuz bir insandı ofisime gelen!!!!
Kendini tanıttı ve açılış davetiyesini masama bıraktı.
Yaşamım boyu kimseyi kandırmadım ve popülizme itibar etmemiş bir insan olarak teşekkür ettim ama kendisine şu soruyu sordum:
Siz beni tanıyor musunuz yani kim olduğumu ve hangi dünya görüşümü daha doğrusu ve açıkçası sosyalist bir insan olduğumu biliyor musunuz? dedim.
M.Metin Kaplan bana “biliyorum ama komşu olacağız diye sizide davet ediyorum” dedi.
Bende kendisine teşekkür ettim ama özellikle Alpaslan Türkeş’in de geleceğini duyduğum için katılamayacağımızı bildirdim…
Alpaslan Türkeş’in katıldığı ve o zaman biz solcuların hepsini düşman ve faşist olarak nitelediğimiz sağcı ve ülkücü herkes açılışa gelmişti.
Açılışa katılmadık ama firmamızı temsilen ‘Kitlespor’ adına büyük bir çelenk yaptırarak yolladım.
İki gün Sonra Metin kaplan yine ofisime geldi gönderdiğimiz çelenk için teşekkür etmek istedi.
İşte orada benim Anadolu geleneğim aklıma geldi ve ısrarla “Buyurun bir çay için” diye davet ettim.
Çay içerken kendisine açık açık şu soruyu sordum:
“Metin Kaplan, biz sizinle aynı iş hanında nasıl komşuluk yapacağız?
Sadece selam verebiliriz…
Komşu komşunun külüne muhtaçtır diye hareket edip zorunlu koşularda yardımlaşabiliriz.
Kendinize güveniyorsanız saygı çerçevesinde kimse kimseye kendi fikrini dayatmadan arkadaş olabiliriz” dediğimde Metin Kaplan üçüncü şıkkı seçti.
Bu durumda başka bir zorluk daha vardı.
En önemli zorlukta bizim dışımızda yaşanabilecekti.
O yıllarda sağdan ve soldan birbirlerine düşman olmuş insanlar aynı merdivenlerden inip bize veya onlara gelecek özellikle içerden çıkmış dostlarımız ve yoldaşlarımız sıkıntı yaşayabilir veya yaşatabilirlerdi.
Çünkü her iki kesimden de o karanlık günlerde yaşanmış ölümler ve acılar vardı ve herkes çok öfkeliydi..
Uzatmaya gerek yok.
Biz o derece olgun, kararlı, samimi davrandık ki hiçbir olumsuzluk yaşanmadı.
Hatta bugün MHP’nin Genel Sekreteri İsmet Büyük Ataman çarşıya geldiğinde çoğu zaman önce benim ofisime uğrar kahvemizi içerken sohbet ederdik.
Yine o günlere çok genç olan ve sonra MHP İl Başkanı ve daha sonra milletvekili olan Necati Özensoy bu yaşananlara tanıktır.
Uzatmadan şunu söyleyeyim.
Biz Metin Kaplanla arkadaş değil dost olduk.
Kendisi sağlam ve güvenilir bir insandı.
Hapishanede sağdan soldan çok okumuş inanılmaz şekilde kendisin yetiştirmiş, yenilemiş ama asla bozulmamış bir insandı.
Bana ve ödünsüz duruşuma çok saygı duyardı.
Hatta onunla birlikte dükkâna gelen ne kadar ülkücü varsa asla soldan ödün vermeyen, güçlü, yürekli ve ödünsüz ama insana saygılı Güler Buğdayı çok sevip saydılar.
M. Metin Kaplan ilk kitabı! Teşkilat ve İdareyi’ yazarken bana getirip okumamı ve değerlendirme yapmamı istedi.
Benim için çok zor oldu ama kıramadım okudum. Özellikle dili beni çok zorlamıştı.
Kitap çınca başta Alpaslan Türkeş olmak üzere o davanın tüm önemli isimleri arasında bana da; “Sosyal demokrat Hocam Güler Buğday’a bana kattıkları ve öğrettikleri için çok teşekkür ederim” diye yazmıştı.
Sonra bizler ailecek görüşür olduk.
Daha sonra M. Metin Kaplan benim evime sık sık gelir oldu.
Biz onunla neler konuşmadık ki!!!
M. Metin kaplan bana çok güvendi ve çok kimseyle paylaşmadığı sırlarını anlatırdı.
Hatta bu durum beni ürkütmüştü.
“Neden bana bunları anlatıyorsun?” dediğimde şöyle yanıt verdi:
“Hocam, siz çok güvenilir ve güçlü bir insansınız. Kimseye anlatamadığım bu konuşmaları size anlatıyorum ki bana bir şey olursa arkamda istismar etmeyecek güvenilir bir tanığım olsun.
Ayrıca zaten solda bir insan olarak anlattığım bu konuları isteseniz de kimseyle konuşamaz ve anlatamazsınız yani güvenilir bir yeddi emin gibisiniz” demişti.
Haklıydı öylede oldu. Uzatmayacağım daha fazla.
Kıymetli eşi Ayşe’yi lise yıllarından bu yana küçük bir kızken tanımış, bıcır bıcır konuşmasıyla sevmişimdir.
Ayrıca güzel kızı Başak’ın halasıyım.
Dün M. Metin Kaplan’ın gerçek dostu ve çok saygı duyduğu ve bana her zaman sevgi ve saygıyla anlattığı hapishane arkadaşı ve yaşamdaki en önemli dostu olan Efendi Barutçu’nun musalla taşındaki dostu için yaptığı konuşmayı canlı yayında izledim etkilendim hatta çok ağladım.
Özellikle bir konuyu açıklaması beni de mutlu etti. Metin Kaplan’ı herkes katil olarak tanırdı.
Oysa işlemediği ama üstlendirilen ve asla kimseye açıklamadığı bir cinayet için yıllarca hapis yatmış ve davasına ihanet etmemiş bir insanın tanıklığını yaptı.
Bu konuyu bana her türlü sırrını anlatan Metin Kaplan asla anlatmamıştı.
Ben malzeme satmak ve müşterilerimle görüşmek için Anadolu’yu gezerken Sivas’ta otelde kaldığım bir gece otelin sahibi masamıza geldi ve Bursa’dan geldiğimizi öğrenince Metin Kaplan’dan söz etti.
Tanıyıp komşu olduğumuzu söyleyince de masamıza oturup yemin billah ederek bize şu bilgiyi verdi:
“Ablacım, Metin Kaplan, bizim için gerçek bir kahramandır. İçinde olduğum ve bizzat bildiğim bir bilgiyi size söylüyorum: Metin Kaplan hiç kimseyi öldürmedi ve asla o olayın faili değildir.
Ancak ona öyle bir görev verildi ve O, da davasına ihanet etmeden işkenceler gördü ama asla konuşmadı ve sustu…” demişti.
Dönüşte bu konuyu kendisine sordum:
“Hocam o konu kapandı gitti. Ben yattım ve o borcu davam adına ödedim. Bundan sonra konuşmanın ve ben suçsuzum demenin bir faydası yok.
Keşke o günlerde bu hataları hiç yapmasaydık ve iki tarafta oyuna gelmeseydik” demişti.
Bende bu tanıklığı bu yazımla insanlık görevi olarak; onu tanıyan tanımayan insanlar, dostları, ülküdaşları ama daha çokta çocukları için yazma gereği duydum.
Daha fazla uzatmayacağım sadece eşim Mehmet Buğdayın 3,5 ay süren hastane enfeksiyonu nedeniyle yoğun bakımda inanılmaz zorluklar yaşadığımız süreçte eşi benim sevgili kızım Doktor Ayşe’yle birlikte her zaman yanımda oldular.
Bana moral ve dayanma gücü verdiler. Ve sonunda acıma ortak oldular.
Ülkücü Metin Kaplan, eşimin ölümünün arkasında bizleri yani iki solcu insanı o günlerde “ÜLKÜCÜ DÜNYA GÖRÜŞÜ” bloğunda yazıp paylaştı.
Yıl 2007 ve yazıyı 19 Mayıs 2007 de yazıp paylaşmış. Çok anlamlı ve benim için değerli bir yazı.
Yazıyı bana sevgili dostum gerçek gazetecilerden Gül Kolaylı bulup yolladı.
Gül yazıyı çok içten, çok namuslu ve çok dürüstçe, samimiyetle yazıldığını söyleyince bende bir kez daha okudum.
Bu yazı okurlara şunu anlatmalıdır:
Özgür düşüncenin ve kendini olduğu gibi ifade etmenin önemini.
Siyasette ve yaşamda fırıldak olmadan, popülizme kaçmadan, ideolojine ve dünya görüşüne ihanet etmeden, yaşamanın erdemine örnektir.
Aykırı ve farklı düşünenlerin veya farklı inançta olanların ülkemizin zenginliği olduğunu göstermiştir.
Sadece 2 aşısı olan M. Metin Kaplan’ı çağın vebası olarak nitelediğimiz Covit 19 nedeniyle kaybettik.
Namuslu ve hatır gönül bilen, mütevazı yaşayan iyi okuyan, araştıran ve kendi dilince ve üslubunca yazan, içerden bir ses olarak kitaplarında çok önemli şeyleri ifade eden bir insandı.
M. Metin Kaplan, cesur ve yürekli bir insandı.
Devlet Bahçeliye yıllar önce “Mit Ajanı” diye yazmış ve belgelerle kanıtlamıştı.
Ölümünden sonra herkesin tapındığı elleri çok temiz olmayan Muhsin Yazıcıoğlu’nun iç yüzünü ve ihanetini de yazmıştı.
Bu nedenle zaman zaman dışlanmış, yalnız bırakılmış ve haksızlığa uğramıştı.
Ama hiçbir zaman kimseye eğilip bükülmemişti.
Kendi ideolojisine ve inancına göre efendice yaşadı ve beklenmedik bir zamanda hakka yürüdü.
M. Metin Kaplan’ın mekânı cennet, ışığı bol, yıldızlar yoldaşı olsun…
Başta ailesine, akrabalarına, sevenlerine, ülkücü camiaya ve İyi partililere ve ben gibi onu yakın tanıyan tüm vefalı insanlara baş sağlığı ve sabır diliyorum.
Sevgiyle, saygıyla, eşit yurttaşlar olarak barış ve kardeşlik duyguları ile özgür bir yaşam ve hakça paylaşılan bir düzende yaşayalım ve yaşatalım.
GÜLER BUĞDAY
M. METİN KAPLAN
19 MAYIS 2007
BAŞLIKSIZ YAZI
Bu yazıyı, niçin yazdığımı doğrusu tam olarak ben de bilmiyorum; moralim bozuk olduğu için mi, yoksa, siz okuyuculara moral olsun (!) diye mi yazdığımdan emin değilim…
Orasına, bizahmet siz karar verin, artık.
Bugün (17 Mayıs 2007), saat 15,00’e kadar Bursa Memleket Hastanesi’ndeydim… Çok yakın bir arkadaşımın, insan iyisi, ‘adam gibi adam’ eşini kaybettik…
Ben bir şey yapmadım/yapamadım, sadece arkadaşımın yanında bulundum, o kadar…
Siz arkadaşımı da merhum eşini de belki tanımazsınız… Benimki de lâf mı yani, nereden tanıyacaksınız ki?
İkisi de sosyal demokrat (bence sosyalist ama kendilerini böyle tarif ettiklerine göre, buna saygı duymam gerekir), ikisi de 12 Eylül’ün 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile mağdur ettiği kişilerdendir…
12 Eylül, lise öğretmenliklerine son verince, karı koca mecburen iş hayatına atılmışlardı…
Eşofman, forma ve şort gibi spor malzemesi imalâtı yapıyorlardı…
İnegöl Çarşısı İşhanı’nda komşu olacaktık…
Ben, arkadaşlarımla ortak olarak, Burçak Kitap-Kırtasiye’yi açmaya hazırlanıyordum. Açılışını merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş yapacaktı.
İşhanı’nda bulunan diğer komşularımızı olduğu gibi, Kitlespor’un sahiplerini de açılışımıza davet etmek için, dükkanlarına gitmiştim.
Eski solcu olduklarını biliyordum, ama Güler Hoca ve eşi rahmetli Mehmet Ağabey ile resmen ilk defa bu vesileyle tanışmıştık.
Davetiyeyi verip hemen çıkmak niyetindeydim, fakat bana çay söylediler. Mecburen oturdum.
Güler Hoca, her zamanki açık sözlülüğüyle, dobra dobra; “Bizim solcu olduğumuzu biliyor musun?” diye sordu.
Bildiğimi söyledim. “Türkeş için ne düşündüğümüzü biliyor musun?” dedi. “Tahmin ediyorum”, dedim. “Öyle ise gelmeyeceğimizi de bilmen lâzım” dedi. “Fark etmez, biz komşu olacağız” diye cevapladım…
Konuşmalar, tam olarak bu cümlelerle olmadıysa da, bu minval üzere gelişmişti. Açılışımıza, tahmin edeceğiniz gibi gelmediler, ancak kocaman bir çelenk göndermeyi de ihmal etmediler…
Açılıştan sonra, gönderdikleri çiçek için teşekküre gittiğim de ikinci kez görüşmüş olduk…
Güler Hoca ve merhum Mehmet Ağabeyle böylece arkadaş olduk… Daha doğrusu, daha çok Güler Hoca ile arkadaşlığımız böylece başlamış oldu…
Mehmet Ağabey pek konuşkan bir insan değildi, çünkü… Bu yüzden, hakkımda ne düşündüğünü de pek bilmezdim, ama beni yürekten sevdiğini hissederdim…
Bunu, kendisinden aldığım elektrikten, anlardım. Mehmet Ağabey çok iyi bir insandı… “Haza beyefendi!” derler ya, işte, bu söz sanki o’nun için özel olarak söylenmiş gibiydi…
Hiç kimse için kötü bir şey söylemez, hatta düşünmezdi…
Hiç kimseyi kırmaz, buna, bilhassa dikkat ederdi… Ahlâklı ve dürüst bir insandı…
Eğer hata ise, tek hatası çok sigara içmesiydi… Günde, herhalde 1-2 paket sigara tüketirdi…
Hoş, Güler Hocam da Mehmet Ağabeyden geri kalmaz ya, o ayrı bahis.
Mehmet Ağabey daha çok fabrikada bulunurdu, o yüzden daha çok Güler Hocamla konuşur, görüşürdük…
Ya o Burçak’a gelirdi, ya ben Kitlespor’a giderdim… Çay ve sigara içer, geçmiş ve gelecekle ilgili sohbetler yapardık…
O sosyal demokrat, ben ise ülkücüyüm…
Hiç birimiz diğerine ideolojik bir taviz vermedik, ama birbirimize de fikir ve düşüncelerimize de hep saygılı olduk…
Bu çerçevede bir ilişkiyi, 1987 yılının başından beri sürdürdük…
Bazen ben eşimle birlikte evlerine giderdim, bazen de onlar birlikte bizim evimize gelirlerdi.
Kızım, Başak İdikut da oğlum Ahmedyesevi de Mehmet Dedelerini çok sevelerdi.
–Bilirsiniz, çocuklar insan sarrafıdırlar; iyi ile kötüyü hemen anlarlar… Ona göre tutum ve tavır geliştirirler- Başak’a, Mehmet Dedesinin öldüğünü söyleyince, telefonda aniden ses kesildi.
Ne olduğunu sordum, nice sonra “Mehmet Dedeye bir Fatiha ve üç İhlâs okudum, ondan konuşamadım”, dedi.
Allah kabul etsin! Akil baliğ olmamış, sekiz yaşında bir masumun bu dualarını umarım, Allah da kabul eder…
Eminim ki, üç buçuk yaşındaki oğlum Ahmedyesevi de bilebilseydi, Mehmet Dedesine o da dua ederdi…
Ama ne yazık ki, henüz okumayı tam olarak bilmiyor. Güler ve Mehmet Buğday ile tam yirmi yıldır, arkadaşlık yapıyoruz…
Bu kadar süre, dümdüz gitmez… İnişleri çıkışları olur…
Nitekim Güler Hoca ile zaman zaman tartıştık da… Ama Mehmet Ağabey ile bir kere bile, ters düşmedik…
O hep, bir hakem veya hâkim gibi aramızda dimdik durdu…
Zaman oldu beni haklı gördü, vakit oldu Güler Hocamı haklı buldu. Ama hep adaletli oldu! Objektif davrandı!
Mehmet Ağabey dindar mıydı, bilmiyorum… Onu, Allah bilir… O beni ilgilendirmez, o Allah ile o’nun arasındadır… Ben, bunu bilmek dahi istemiyorum…
Çünkü şahidim ki Mehmet Ağabey, kendisini İslâmcı takdim eden insanların belki yüzde sekseninden daha ahlâklı ve faziletliydi…
İçi ve dışı bir ve tertemiz bir insandı… Hile hurda, fitne fücûr bilmezdi…
Kimsenin arkasından konuşmazdı… Yalan söylemezdi… Mala mülke, mevki ve makama değer vermezdi…
Güler yüzlü ve hoşgörülüydü… Çalışkan ve güvenilirdi… Yoksulluğa ve yolsuzluğa karşıydı…
Haksızlıktan ve adaletsizlikten nefret ederdi… İnsanlarla insanlığın iyiliğini, refahını ve mutluluğunu isterdi…
Bunlar, bana yeter de artar, bile!
Söylenecek daha çok şey var ama, lâfı uzatmayayım. Mehmet Ağabey bundan üç ay kadar önce hayatında ilk defa hastalandı…
Doktorlara gitti… Sonunda, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ameliyat edildi…
Ameliyathaneden çıktığı anda, ben de oradaydım… Doktor, bize, operasyonun başarılı geçtiğini anlattı…
“Bağırsaktan iki buçuk santimlik bir kitle aldıklarını” söyledi… “Bunun ne olduğunu, yapılacak olan patolojik araştırma gösterecek”, dedi…
Mehmet Ağabey iki gün çok iyiydi… Yürüyordu, konuşuyordu, yiyor-içiyordu… Ne olduysa, üçüncü gün oldu, birden fenalaştı…
Yoğun bakıma alındı… Akciğerlerinde enfeksiyon geliştiği söylendi…
Enfeksiyon tedavisi yapıldı, ama bir sonuç alınamadı… Akciğerlerinde kanser olduğunu bu sebeple de, enfeksiyonu tedavi edemediklerini ‘iddia’ ettiler…
Ancak ciğerlerde bu konuda bir bulguya da rastlayamadılar… Mehmet Ağabey, yoğun bakımdan, bir daha çıkamadı…
Yanlış hatırlamıyorsam kırk beş gün, reanimasyon ünitesinde kalmıştı…
Sonra da Güler Hocam, Tıp Fakültesi’ne olan güvenini kaybettiği için olacak kendisini alıp, Memleket Hastanesi yoğun bakımına kaldırdı…
17 Mayıs günü sabahı Mehmet Ağabeyi kaybettik… Allah, verdiği canı geri aldı…
Allah rahmet eylesin! Güler Hocam, merhum Mehmet Ağabeyin hastalığı esnasında, eşinin yanından biran bile ayrılmadı…
Mehmet ağabeye, inanılmaz derecede sevgi, şefkat ve ilgi gösterdi… Öyle ki, eşim Ayşe hanım “Vallahi, Güler Hocaya bravo” dedi… “Ben, doktor olduğum halde, sen hastalansan sana bu kadar alâka gösterebilir miydim, bilmiyorum” diyerek, bu gerçeği kendi dilince itiraf etti…
Güler Hoca, bir eş olarak, Mehmet Ağabey için yapılabileceklerin en iyisini, hem de fazlasıyla yaptı…
Lâkin ecel işte…
Allah, her erkeğe böyle bir eş nasip etsin! Hepimize, eşlerine böyle bir hizmet imkânı versin!
Mehmet Ağabeyin hastane sürecini kısa geçtim, zira Güler Hocam
C. Savcılığına müracaat etti…Dava açtı… Otopsi yapıldı… Konu, yargı’ya intikal etti…
Yargıya intikal eden konularda yazmak yasaktır, bu bir… İkincisi, Güler Hocam bu mevzuu kendi yazmak istediği için, kimsenin bu konuda yazmasını istemiyor…
Saygı duyuyorum; yaşadıklarını, hissettiklerini, tanık olduklarını en iyi kendisi ifade edebilir, çünkü. Fakat şu kadarını söyleyebilirim ki, Güler Hocam Mehmet Ağabeyin Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kaptığı ‘hastane enfeksiyonu’ndan öldüğüne inanıyor…
Ben Tıp tahsili yapmadım lâkin, ben de kendisine katılıyorum…
Ancak son kararı, Adlî Tıp’ın verdiği rapor doğrultusunda, Mahkeme verecek!
Yargı, inşaallah gerçeği bulacak ve varsa sorumlularını cezalandıracaktır.
Ölüm, Peygamber Efendimizin de buyurduğu gibi, dehşet bir olaydır…
Hele böyle şaibeli olursa, kabullenilmesi çok daha zordur…
Allah, Güler Hocama, kızı Özlem’e ve torunları Deniz ile Eylül’e sabrı cemîl ihsan etsin!
Mehmet Ağabey’e de rahmet! Mehmet Ağabey! Çok keyifsizim, cenaze merasimine katılacak güç ve kuvveti kendimde bulabilecek miyim, bilmiyorum… Törenine katılmazsam/ katılamazsam, beni gene hoş görür müsün? Bağışlar mısın? Mehmet Ağabey, hoşça kal!
M.Metin Kaplan
M. METİN KAPLAN
19 MAYIS 2007
BAŞLIKSIZ YAZI
Bu yazıyı, niçin yazdığımı doğrusu tam olarak ben de bilmiyorum; moralim bozuk olduğu için mi, yoksa, siz okuyuculara moral olsun (!) diye mi yazdığımdan emin değilim…
Orasına, bizahmet siz karar verin, artık.
Bugün (17 Mayıs 2007), saat 15,00’e kadar Bursa Memleket Hastanesi’ndeydim… Çok yakın bir arkadaşımın, insan iyisi, ‘adam gibi adam’ eşini kaybettik…
Ben bir şey yapmadım/yapamadım, sadece arkadaşımın yanında bulundum, o kadar…
Siz arkadaşımı da merhum eşini de belki tanımazsınız… Benimki de lâf mı yani, nereden tanıyacaksınız ki?
İkisi de sosyal demokrat (bence sosyalist ama kendilerini böyle tarif ettiklerine göre, buna saygı duymam gerekir), ikisi de 12 Eylül’ün 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile mağdur ettiği kişilerdendir…
12 Eylül, lise öğretmenliklerine son verince, karı koca mecburen iş hayatına atılmışlardı…
Eşofman, forma ve şort gibi spor malzemesi imalâtı yapıyorlardı…
İnegöl Çarşısı İşhanı’nda komşu olacaktık…
Ben, arkadaşlarımla ortak olarak, Burçak Kitap-Kırtasiye’yi açmaya hazırlanıyordum. Açılışını merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş yapacaktı.
İşhanı’nda bulunan diğer komşularımızı olduğu gibi, Kitlespor’un sahiplerini de açılışımıza davet etmek için, dükkanlarına gitmiştim.
Eski solcu olduklarını biliyordum, ama Güler Hoca ve eşi rahmetli Mehmet Ağabey ile resmen ilk defa bu vesileyle tanışmıştık.
Davetiyeyi verip hemen çıkmak niyetindeydim, fakat bana çay söylediler. Mecburen oturdum.
Güler Hoca, her zamanki açık sözlülüğüyle, dobra dobra; “Bizim solcu olduğumuzu biliyor musun?” diye sordu.
Bildiğimi söyledim. “Türkeş için ne düşündüğümüzü biliyor musun?” dedi. “Tahmin ediyorum”, dedim. “Öyle ise gelmeyeceğimizi de bilmen lâzım” dedi. “Fark etmez, biz komşu olacağız” diye cevapladım…
Konuşmalar, tam olarak bu cümlelerle olmadıysa da, bu minval üzere gelişmişti. Açılışımıza, tahmin edeceğiniz gibi gelmediler, ancak kocaman bir çelenk göndermeyi de ihmal etmediler…
Açılıştan sonra, gönderdikleri çiçek için teşekküre gittiğim de ikinci kez görüşmüş olduk…
Güler Hoca ve merhum Mehmet Ağabeyle böylece arkadaş olduk… Daha doğrusu, daha çok Güler Hoca ile arkadaşlığımız böylece başlamış oldu…
Mehmet Ağabey pek konuşkan bir insan değildi, çünkü… Bu yüzden, hakkımda ne düşündüğünü de pek bilmezdim, ama beni yürekten sevdiğini hissederdim…
Bunu, kendisinden aldığım elektrikten, anlardım. Mehmet Ağabey çok iyi bir insandı… “Haza beyefendi!” derler ya, işte, bu söz sanki o’nun için özel olarak söylenmiş gibiydi…
Hiç kimse için kötü bir şey söylemez, hatta düşünmezdi…
Hiç kimseyi kırmaz, buna, bilhassa dikkat ederdi… Ahlâklı ve dürüst bir insandı…
Eğer hata ise, tek hatası çok sigara içmesiydi… Günde, herhalde 1-2 paket sigara tüketirdi…
Hoş, Güler Hocam da Mehmet Ağabeyden geri kalmaz ya, o ayrı bahis.
Mehmet Ağabey daha çok fabrikada bulunurdu, o yüzden daha çok Güler Hocamla konuşur, görüşürdük…
Ya o Burçak’a gelirdi, ya ben Kitlespor’a giderdim… Çay ve sigara içer, geçmiş ve gelecekle ilgili sohbetler yapardık…
O sosyal demokrat, ben ise ülkücüyüm…
Hiç birimiz diğerine ideolojik bir taviz vermedik, ama birbirimize de fikir ve düşüncelerimize de hep saygılı olduk…
Bu çerçevede bir ilişkiyi, 1987 yılının başından beri sürdürdük…
Bazen ben eşimle birlikte evlerine giderdim, bazen de onlar birlikte bizim evimize gelirlerdi.
Kızım, Başak İdikut da oğlum Ahmedyesevi de Mehmet Dedelerini çok sevelerdi.
–Bilirsiniz, çocuklar insan sarrafıdırlar; iyi ile kötüyü hemen anlarlar… Ona göre tutum ve tavır geliştirirler- Başak’a, Mehmet Dedesinin öldüğünü söyleyince, telefonda aniden ses kesildi.
Ne olduğunu sordum, nice sonra “Mehmet Dedeye bir Fatiha ve üç İhlâs okudum, ondan konuşamadım”, dedi.
Allah kabul etsin! Akil baliğ olmamış, sekiz yaşında bir masumun bu dualarını umarım, Allah da kabul eder…
Eminim ki, üç buçuk yaşındaki oğlum Ahmedyesevi de bilebilseydi, Mehmet Dedesine o da dua ederdi…
Ama ne yazık ki, henüz okumayı tam olarak bilmiyor. Güler ve Mehmet Buğday ile tam yirmi yıldır, arkadaşlık yapıyoruz…
Bu kadar süre, dümdüz gitmez… İnişleri çıkışları olur…
Nitekim Güler Hoca ile zaman zaman tartıştık da… Ama Mehmet Ağabey ile bir kere bile, ters düşmedik…
O hep, bir hakem veya hâkim gibi aramızda dimdik durdu…
Zaman oldu beni haklı gördü, vakit oldu Güler Hocamı haklı buldu. Ama hep adaletli oldu! Objektif davrandı!
Mehmet Ağabey dindar mıydı, bilmiyorum… Onu, Allah bilir… O beni ilgilendirmez, o Allah ile o’nun arasındadır… Ben, bunu bilmek dahi istemiyorum…
Çünkü şahidim ki Mehmet Ağabey, kendisini İslâmcı takdim eden insanların belki yüzde sekseninden daha ahlâklı ve faziletliydi…
İçi ve dışı bir ve tertemiz bir insandı… Hile hurda, fitne fücûr bilmezdi…
Kimsenin arkasından konuşmazdı… Yalan söylemezdi… Mala mülke, mevki ve makama değer vermezdi…
Güler yüzlü ve hoşgörülüydü… Çalışkan ve güvenilirdi… Yoksulluğa ve yolsuzluğa karşıydı…
Haksızlıktan ve adaletsizlikten nefret ederdi… İnsanlarla insanlığın iyiliğini, refahını ve mutluluğunu isterdi…
Bunlar, bana yeter de artar, bile!
Söylenecek daha çok şey var ama, lâfı uzatmayayım. Mehmet Ağabey bundan üç ay kadar önce hayatında ilk defa hastalandı…
Doktorlara gitti… Sonunda, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ameliyat edildi…
Ameliyathaneden çıktığı anda, ben de oradaydım… Doktor, bize, operasyonun başarılı geçtiğini anlattı…
“Bağırsaktan iki buçuk santimlik bir kitle aldıklarını” söyledi… “Bunun ne olduğunu, yapılacak olan patolojik araştırma gösterecek”, dedi…
Mehmet Ağabey iki gün çok iyiydi… Yürüyordu, konuşuyordu, yiyor-içiyordu… Ne olduysa, üçüncü gün oldu, birden fenalaştı…
Yoğun bakıma alındı… Akciğerlerinde enfeksiyon geliştiği söylendi…
Enfeksiyon tedavisi yapıldı, ama bir sonuç alınamadı… Akciğerlerinde kanser olduğunu bu sebeple de, enfeksiyonu tedavi edemediklerini ‘iddia’ ettiler…
Ancak ciğerlerde bu konuda bir bulguya da rastlayamadılar… Mehmet Ağabey, yoğun bakımdan, bir daha çıkamadı…
Yanlış hatırlamıyorsam kırk beş gün, reanimasyon ünitesinde kalmıştı…
Sonra da Güler Hocam, Tıp Fakültesi’ne olan güvenini kaybettiği için olacak kendisini alıp, Memleket Hastanesi yoğun bakımına kaldırdı…
17 Mayıs günü sabahı Mehmet Ağabeyi kaybettik… Allah, verdiği canı geri aldı…
Allah rahmet eylesin! Güler Hocam, merhum Mehmet Ağabeyin hastalığı esnasında, eşinin yanından biran bile ayrılmadı…
Mehmet ağabeye, inanılmaz derecede sevgi, şefkat ve ilgi gösterdi… Öyle ki, eşim Ayşe hanım “Vallahi, Güler Hocaya bravo” dedi… “Ben, doktor olduğum halde, sen hastalansan sana bu kadar alâka gösterebilir miydim, bilmiyorum” diyerek, bu gerçeği kendi dilince itiraf etti…
Güler Hoca, bir eş olarak, Mehmet Ağabey için yapılabileceklerin en iyisini, hem de fazlasıyla yaptı…
Lâkin ecel işte…
Allah, her erkeğe böyle bir eş nasip etsin! Hepimize, eşlerine böyle bir hizmet imkânı versin!
Mehmet Ağabeyin hastane sürecini kısa geçtim, zira Güler Hocam
C. Savcılığına müracaat etti…Dava açtı… Otopsi yapıldı… Konu, yargı’ya intikal etti…
Yargıya intikal eden konularda yazmak yasaktır, bu bir… İkincisi, Güler Hocam bu mevzuu kendi yazmak istediği için, kimsenin bu konuda yazmasını istemiyor…
Saygı duyuyorum; yaşadıklarını, hissettiklerini, tanık olduklarını en iyi kendisi ifade edebilir, çünkü. Fakat şu kadarını söyleyebilirim ki, Güler Hocam Mehmet Ağabeyin Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kaptığı ‘hastane enfeksiyonu’ndan öldüğüne inanıyor…
Ben Tıp tahsili yapmadım lâkin, ben de kendisine katılıyorum…
Ancak son kararı, Adlî Tıp’ın verdiği rapor doğrultusunda, Mahkeme verecek!
Yargı, inşaallah gerçeği bulacak ve varsa sorumlularını cezalandıracaktır.
Ölüm, Peygamber Efendimizin de buyurduğu gibi, dehşet bir olaydır…
Hele böyle şaibeli olursa, kabullenilmesi çok daha zordur…
Allah, Güler Hocama, kızı Özlem’e ve torunları Deniz ile Eylül’e sabrı cemîl ihsan etsin!
Mehmet Ağabey’e de rahmet! Mehmet Ağabey! Çok keyifsizim, cenaze merasimine katılacak güç ve kuvveti kendimde bulabilecek miyim, bilmiyorum… Törenine katılmazsam/ katılamazsam, beni gene hoş görür müsün? Bağışlar mısın? Mehmet Ağabey, hoşça kal!
M.Metin Kaplan
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>