Haberde Bursa

Kentsel Dönüşüm Yaparken Sosyalleşmenin de Önünü Açmalısınız!

07.10.2023
299

Osmangazi Belediye meclis üyesi adayı Ümit Çelebi; DSP yi tercih etti, Avukat Ümit Çelebi 1050 Konutlar da başlatılan Kentsel Dönüşüm’de yaşanabilecek bazı kamusal sorunlara dikkat çekti. Çelebi; “Bursa Büyükşehir Belediyesinin hazırladığı yeni imar planlarının hak sahipleri tarafından olumlu görüş vermesi üzerine “1050 Konutlar Kentsel Dönüşüm Projesi” ilk binanın yıkılmasıyla başladı.

KENTSEL DÖNÜŞÜM NEDİR?

Günümüz Türkiye’sinde en çok konuşulup, üzerinde tartışılan konulardan birisi olan kentsel dönüşüm ekonomik, sosyal ve politik birçok kesim tarafından araştırılmaktadır. Bu kadar gündemde olan kentsel dönüşüm kavramı özünde aynı kapıya çıkan ama farklı yollarla anlatılmaya çalışılan birçok tanıma sahiptir. Bunun nedeni, kentsel dönüşüm sürecinin kapsam ve amaç bakımından ülkelerin ekonomik, siyasi ve sosyal koşullarına göre farklılık göstermesidir (Aydınlı ve Kaya, 2013: 451). Kentler sürekli bir devinim içerisinde bulunmaktadır. Arazilerin kullanım şekli değişmekte, arsalar yenilenmektedir. Kentler zamanla genişlemekte, nadiren olsa da bazen küçülebilmektedir. Arazinin kullanım şeklini değiştirmek için ekonomik, çevresel, sosyal ihtiyaçlar veya bunların bir araya getirilmesi gibi birçok neden meydana gelmektedir (Jones and Evans, 2008: 1-2). Bu bağlamda kentlerin değişime uğramasında bu ekonomik, çevresel ve sosyal faktörlerin çözümlenmeye çalışılması dönüşümü ortaya koymaktadır.

Kentsel dönüşüm, kentin imar planına uymayan ruhsatsız binaların yıkılıp, planlara uygun olarak toplu yerleşim alanlarının oluşturulmasıdır (www.tdk.gov.tr, 2006). Başta İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde olmak üzere kent planlamasının gündemine giren ve giderek önemli bir yer kazanan kentsel dönüşüm; yerel ekonomiye ait dinamikleri harekete geçirerek fiziksel ve sosyal yönlerden çöküntü sürecine girmiş kentsel alanları yeniden yaşanabilir yerler haline getirmeyi ve kente yeniden canlılık kazandırmayı hedefleyen bir planlama ve koruma yaklaşımıdır (Görün ve Kara, 2010: 144). Kent nüfuslarının giderek arttığı günümüz koşullarında hayatımıza yeni bir kavram olarak giren kentsel dönüşüm genel olarak, “bir kentsel alanın amaçlı olarak belirli bir zaman dilimi içinde, yeniden geliştirilmesi yönünde iş olanakları yaratılarak, altyapı koşulları iyileştirilerek ve çevresel yenileme sağlanarak yeniden yapılandırılması” şeklinde tanımlanabilir (Ergun ve Gül, 2010: 364-365). Kentsel dönüşüm, “fiziksel/tasarım, sosyal, ekonomik ve yasal/yönetsel boyut” olmak üzere birbirini tamamlayan dört boyutu içinde barındıran bir kavramdır. Ekonomik, toplumsal ve mekânsal pek çok planlama eylemini, yasaları, politikaları, ekonomik karar ve tercihleri içeren çok çeşitli aktörlerin yer alabildiği bir eylemler bütünüdür (Kocaer Şenyol ve Bal, 2013: 445). Kentsel dönüşüm kent parçalarının kullanım biçimine dışarıdan bir müdahale sonucunda her ne kadar toplumsal, ekonomik, kültürel ve hatta siyasal amaçlarla gerçekleşse de (Keleş, 2008: 447-448) kentsel dönüşüm aslında kendiliğinden bir süreç olmaktadır. Kentler geçmişe bakıldığında 50-60 yılda bir kabuk değiştirmektedir. 50 yıl önceki İstanbul ile şu anki İstanbul arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır.

Bu bakımdan kentlerin sosyal, ekonomik ve fiziki olarak zamanla kendiliğinden dönüşüm geçirdiği söylenebilir. Kentsel dönüşüm, uygulamanın niteliğine göre farklı biçimler alabilmektedir. Bu uygulama biçimleri, kentsel yenileme (urban renewal), sağlıklaştırma/iyileştirme/islah (rehabilitation/ improvement), koruma (preservation-conservation) ve yeniden canlandırma (regeneration) olarak adlandırılmakta ve her birinin uygulama alanı ve gerekçeleri farklı olmaktadır (Türkün, 2012: 281). Kentsel yenileme projelerinde, kent içindeki kaçak yapılaşma alanları ile ekonomik ömrünü doldurmuş bulunan alanların gerekli tüm kentsel ve sosyal fonksiyonları yenilenerek fiziki ve coğrafi özelliklerinden kaynaklanan olası tüm doğal afet riskleri de ortadan kaldırılacak şekilde yeniden yapılması hedeflenmektedir (Boyraz ve Hoş, 2014: 49). Türkiye’deki dönüşüm biçimlerine bakıldığında genellikle yenilemenin ön plana çıktığı ve soylulaşmanın yolunu açan uygulamaların desteklendiği görülmektedir (Türkün, 2012: 281). Soylulaştırma kentsel dönüşümün uygulama biçimlerinden biri olmamakla birlikte, genel olarak orta ve üst-orta sınıfların, kentin içinde bulunan ve tarihsel süreçte çeşitli ekonomik, siyasal ve toplumsal koşullar sonucu çöküntü haline gelmiş alanlardaki eskimiş/bakımsızlaşmış tarihi konutların mevcut sahibi/kiracısı olan yoksul kesimle, gerek bireysel gerekse örgütlü bir restorasyon sonucu, bu konutlara yerleşerek yer değiştirmesi süreci olarak tanımlanabilir (Sönmez ve Geniş, 2013: 128). Sağlıklaştırma (Eski Haline Getirme), alt yapısı yetersiz bir çevrenin sınırlı yatırımlarla yeterli hale getirilmesidir.

Bu tür dönüşüm müdahalesi genelde gecekondu ve ruhsatsız konut alanlarında uygulanmaktadır. Islah imar uygulaması, yapılaşması yasal olmayan bir alanın yasal hale getirilmesi ve o alanda yapılaşma hakkı verilerek yaşayanlara güvence verilmesidir. (Ataöv ve Osmay, 2007: 68). Koruma, toplumun geçmişteki sosyal ve ekonomik koşullarını, kültürel değerlerini yansıtan fiziksel yapısının, yaşanan değişim ve gelişimler nedeniyle yok olmasının engellenmesi, kentsel dokunun çağdaş yaşamla bütünleştirilmesi, kültürel varlıkların topluma faydalı, ekonomik ve işlevsel koşullarla sağlıklaştırılması şeklinde tanımlanmaktadır (Polat ve Dostoğlu, 2007: 63). Yeniden canlandırma, özellikle eski yerleşim yerlerinde eski canlılığını kaybeden fiziksel ve ekonomik olarak çöküntü yaşayan alanların özellikle tarihi kent merkezlerinin alınacak sosyal ve ekonomik önlemlerle yeniden canlandırılmasıdır (Saraç, 2014: 21). Tüm bu açıklamalardan yola çıkarak kentsel dönüşümü; kentlerin ekonomik, toplumsal ve mekânsal olarak tekrar ele alınarak, istenmeyen kent dokularının çağdaş şehircilik ilkeleri ve planlama esasları doğrultusunda dönüştürülmesi süreci olarak tanımlayabiliriz (Aydınlı ve Kaya, 2013: 451)

TÜRKİYE’DE KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN HUKUKİ DAYANAKLARI

Türkiye’de kentsel dönüşümü gerçekleştirmek üzere yürürlüğe konulmuş olan birçok yasal düzenleme bulunmaktadır.  3194 sayılı İmar Kanunu “Arsa ve Arazi Düzenlemesi” başlıklı 18. madde,  5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu,  5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun,  5393 sayılı Belediye Kanunu “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” başlıklı 73. maddedir.

Türkiye’de kentsel dönüşüm uygulamalarında araç olarak kullanılabilecek önemli bir madde, 09 Mayıs 1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun düzenleme ortaklık payını öngören 18. maddesidir (Yaman, 2012: 112). Bu maddeye göre: “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile yol fazlaları ile kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır. Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez. Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tâbi tutulan yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumî hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarla kullanılamaz.”

Bu madde ile getirilen Düzenleme Ortaklık Payı (DOP), kısaca idarenin kamulaştırma yapmaksızın taşınmaz mal edinme ve kamu yararına kullanma yöntemlerinden biridir. Yol, meydan, park, yeşil saha, genel otopark gibi ihtiyaçların karşılanması amacına yönelik olarak özel mülkiyette bulunan taşınmazlara yetkilendirilen idareler tarafından el konulmasını ifade etmektedir. Taşınmazlarda düzenleme sonrasında meydana gelen değer artışı karşılığında idare, düzenlemeye tabi tutulmadan önceki yüzölçümünün %40’ını geçmeyecek şekilde kişilerin onayı olmadan bedelsiz olarak el koyabilmektedir (Yılmaz, 2010: 39, 42). Bu araca dayanarak Türkiye’de gerçekleştirilen projelere örnek olarak Portakal Çiçeği Vadisi ve Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projeleri verilebilir. Örneğin, Portakal Çiçeği Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesi’nde önce kamulaştırma kararı alınmakla birlikte belediyenin kaynak sıkıntısı nedeniyle bu kararı uygulamaya geçirememesi üzerine bu yöntem benimsenmiştir. Burada klasik kamulaştırma yerine, imar haklarının toplulaştırılması ve arsa sahiplerinin geçmişte elde ettikleri imar hakkı karşılığında projede yaratılacak değerden pay almaları, yani projede yaratılacak rantın uzlaşma yoluyla paylaşımı yöntemi kullanılmıştır (Göksu, 1993: 83). Türkiye’de kentsel dönüşüm uygulamalarının yolunu açan önemli bir yasal düzenleme, 12 Mart 2004 tarihli ve 5104 sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu’dur.

Bu kanunun amacı; “kuzey Ankara girişi ve çevresini kapsayan alanlarda kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni sağlanması ile kentsel yaşam düzeyinin yükseltilmesidir” (md.1). 5104 sayılı Kanun, Ankara’da “Protokol Yolu” olarak ifade edilen Esenboğa Havaalanına ulaşım yolunda bulunan (Öngören ve Çolak, 2013: 64) ve daha önceleri farklı belediyelerin yetki alanına dâhil olan gecekonduların Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne yetki verilerek kente yeniden kazandırılmasını; böylece kentin o bölgesinin hem fiziksel hem de estetik açıdan iyileştirilmesini hedeflemektedir (Genç, 2014: 20). Ankara Büyükşehir Belediyesi ile Toplu Konut İdaresi (TOKİ)’nin yetkilendirildiği bir kentsel dönüşüm uygulamasıdır (Yenice, 2014: 84). 5104 sayılı Kanun, iki açıdan bir ilk olma özelliği taşımakta ve bu nedenle Türkiye’deki diğer örneklerinden ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi; yalnızca kentin belirli bir alanını kapsayan bir kentsel dönüşüm öngörüyor olmasıdır (Uzun, 2006: 51). İkincisi ise kendisini özel bir yasal altlıkla destekliyor olmasıdır (Dükkancı, 2013: 46). Söz konusu iki özelliğinin yanı sıra 5104 sayılı Kanun birçok açıdan eleştirilere maruz kalmıştır. Genel olarak kanunun kentin belirli bir bölümünü kapsaması nedeniyle parçacı yaklaşımların egemen olmasına yol açtığı söylenmektedir (Uzun, 2006: 51). Ayrıca kanun, amaç kısmından da anlaşılacağı üzere, yalnızca dönüşümün fiziksel yönüne odaklanmaktadır.

Bu alanda yaşayan gecekondu sahiplerinin sosyo-ekonomik durumuna ilişkin herhangi bir amaç belirtilmemiştir (Aydınlı ve Turan, 2012: 67). Yani fiziksel bir yenileme söz konusu olsa bile sosyal açıdan eksikliklerin olduğu görülmektedir (Dükkancı, 2013: 49). Bunun ardından 05 Temmuz 2005 tarihli ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’un amacı; “… yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabii afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması” olarak ifade edilmiştir (md.1). 5366 sayılı Kanunla getirilen kentsel dönüşüm süreci, yıpranmış tarihi alanların yıkılarak daha fazla kazanç ve rant güdüsü ile fiziksel olarak yenilenmesi olarak tariflenmektedir (Dükkancı, 2013: 83). Kanun, dönüşüm alanlarının belirlenmesini il özel idarelerinde il genel meclisinin, belediyelerde ise belediye meclisinin salt çoğunluk kararına bağlamıştır. Bununla birlikte TOKİ’nin ortak veya tek başına uygulama yapabileceğine yönelik yasal zemin hazırlanmıştır (Yenice, 2014: 84). Kanundaki düzenlemelere dayalı olarak uygulanan kentsel dönüşüm projelerine Sulukule, Tarlabaşı ve Ayazma projeleri örnek olarak verilebilir. Ancak bu uygulamaların kanunun öngördüğü yenileme ve koruma amacından uzaklaştığı görülmüştür (Demirkol ve Baş, 2013: 40). 5366 sayılı Kanunda yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş bölgelerin belirleneceği ölçütler somut olarak açıklanmamakta ve buna ilişkin bilimsel kriterlere yer verilmemektedir (Uzun, 2006: 51).

Ayrıca koruma amaçlı imar planlarını göz ardı etmesi, uygulama için gerekli araçları tanımlamamış olması ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile doğrudan ilişkili olmasına rağmen referans vermemiş olması da 5366 sayılı Kanunun olumsuz yönleri arasında sayılmıştır (Özden, 2006: 224-225). Ülkemizde kentsel dönüşüm geçmişte ve günümüzde temeli 5393 sayılı Belediye Kanunu’na dayandırılarak yürütülmüştür. Belediye Kanunu’nun “ Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı” başlıklı 73. maddesinde kentsel dönüşüme yönelik düzenlemeler yer almaktadır. Bilindiği üzere 13 Temmuz 2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesi, “Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” adını taşıyan 5998 sayılı kanunun 24 Haziran 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle değiştirilmiştir. Buna göre: “Belediye, belediye meclisi kararıyla; konut alanları, sanayi alanları, ticaret alanları, teknoloji parkları, kamu hizmeti alanları, rekreasyon alanları ve her türlü sosyal donatı alanları oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak veya deprem riskine karşı tedbirler almak amacıyla kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Bir alanın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı olarak ilan edilebilmesi için yukarıda sayılan hususlardan birinin veya birkaçının gerçekleşmesi ve bu alanın belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması şarttır.” “Büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir belediyesi meclisince uygun görülmesi halinde ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir. Büyükşehir belediyeleri tarafından yapılacak kentsel dönüşüm ve gelişim projelerine ilişkin her ölçekteki imar planı, parselasyon planı, bina inşaat ruhsatı, yapı kullanma izni ve benzeri tüm imar işlemleri ve 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda belediyelere verilen yetkileri kullanmaya büyükşehir belediyeleri yetkilidir.” Kuşkusuz 5998 sayılı Kanunla getirilen değişikliğe ilişkin en fazla eleştiri, büyükşehir belediyelerine geniş yetkiler verilmesine yönelik yapılmıştır.

Görüldüğü üzere büyükşehir belediyelerine “kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı” belirleme yetkisinin yanı sıra bu alanlarda plan ve parselasyon yapma, bina inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izni verme gibi çok geniş yetkiler verilmiştir. Bu durumun, ilçe belediyelerini yetkisizleştirdiğine yönelik eleştiriler söz konusudur (TUPOB, 2010). İlçe belediyelerinin kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm projesi uygulayabilmesi, büyükşehir belediye meclisinin uygun görmesine bırakılmıştır. Yani büyükşehir belediyelerinin hiçbir sınırlama, denetim ve izine tabi olmaksızın kentsel dönüşüm ve gelişim alanı belirleyebilmesi ile ilçe belediyelerinin büyükşehir belediyelerinin vesayeti altına sokulduğu düşünülmektedir (Mimarlar Odası, 2010). Ayrıca söz konusu düzenlemede 3194 sayılı İmar Kanunu ile ilçe belediyelerine verilen yetkilerin büyükşehir belediyelerine devredildiği görülmektedir. Bu yetki ile büyükşehir belediyeleri, kendileri ile aynı siyasi görüşü paylaşmayan ilçe belediyelerinde, ilçe belediyelerinin böyle bir tercihi olmasa dahi, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edebilecektir. Bu durum aynı zamanda kent içerisinde veya çeperinde yer alan rant değeri yüksek alanlarda hâlihazırda yaşayan dar gelirlilerin yerlerinden edilerek bunların yerine lüks konutların ya da alışveriş merkezlerinin yapılmasını kolaylaştırabilecektir (Mimarlar Odası, 2010).

6306 SAYILI KANUN KAPSAMINDA KENTSEL DÖNÜŞÜM

1999 yılındaki büyük Marmara depremi sırasında yaklaşık 17 bin kişinin depreme uygun inşa edilmeyen güvensiz binalar nedeniyle hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. Deprem bir doğal afet olmakla birlikte depremlerde yaşanan yıkımlar, can ve mal kayıpları, binaların bu riski dikkate almadan sağlıksız bir şekilde inşa edilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir şekilde ifade edecek olursak, depremlerde yaşanan yıkımlar kader değildir ve riske uygun bir yapılaşma oluşturulması ile önlenebilir. Türkiye’de deprem riskinin yüksekliğine karşın alınan tedbirler yetersizdir. Erzincan, Marmara ve Van depremleri bu gerçeği gözler önüne sermiştir. Özellikle 1999 Marmara Depremi sonrasında çok sayıda yasal düzenleme yapılarak depremin neden olduğu zararların en aza indirilmesi ve mevzuat eksikliğinin giderilmesine çalışılmıştır. Bu düzenlemeler ile afetlerle mücadele stratejisi değiştirilerek afet öncesi risk azaltma çalışmalarına ağırlık verilmiştir (Türkiye Habitat III Ulusal Raporu, 2014: 17). 27 Ağustos 1999’da 4452 sayılı Doğal Afetlere Karşı Alınacak Önlemler ve Doğal Afetler Nedeniyle Doğan Zararların Giderilmesi İçin Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle 27 Aralık 1999’da 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortasına Dair Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmıştır. 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile belediye mücavir alan sınırları içindeki konut sahipleri için deprem sigortası yaptırmak zorunlu hale getirilmiş ve bu sigortayı sunmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kurulmuştur (www.deprem.gov.tr). Zorunlu deprem sigortası uygulaması 2012 yılında deprem dışındaki afetleri de sigorta kapsamına alacak şekilde genişletilmiştir (Türkiye Habitat III Ulusal Raporu, 2014: 18). 18 Mayıs 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu ile 587 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yürürlükten kaldırılmıştır (md. 15).

Bu kanunda zorunlu deprem sigortasına tabi olan meskenler; “Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, bu binaların içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle Devlet tarafından yaptırılan veya sağlanan kredi ile yapılan meskenler” olarak belirlenmiştir (md. 10). Bu kanun ile zorunlu deprem sigortasına giren konutların oranı 2013 yılı itibariyle %28’den %36’ya yükselmiştir (Türkiye Habitat III Ulusal Raporu, 2014: 18). 4452 sayılı Yetki Kanunu’na dayanılarak çıkarılan diğer bir yasal düzenleme, 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’dir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kanun hükmünde kararnameyi iptal etmesi üzerine ilk başta 19 ilde uygulanmaya başlanan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir. 4708 sayılı Kanunun amacı; “imar planına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir” (md. 1). Ancak Türkiye Deprem Haritası’na göre Türkiye’de birinci derece deprem bölgesi içinde yer alan 50 il varken, yalnızca milli gelirden %67 gibi büyük bir pay alan 19 ilin kanun kapsamına dahil edilmesi, yapı denetiminin bir piyasa faaliyeti olarak görülerek ticarileştirildiği şeklinde eleştirilere neden olmuştur (TMMOB, 2011: 19). Kuşkusuz 1999 Marmara Depremi sonrasına yürürlüğe konan yasal düzenlemeler yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Toplam 38 kanun ve kanun hükmünde kararname, 28 kararname, 6 yönetmelik, 17 tebliğ ve 9 genelde yürürlüğe girmiştir1 . Ayrıca 2004 yılında gerçekleştirilen Deprem Şurası’nda Türkiye’nin deprem politikasına yönelik önemli kararlar alınmış, 2006’da Deprem Yönetmeliği güncellenmiş, 2009 yılında yeni bir kurumsal yapılanmaya gidilerek afet öncesi ve sonrasına yönelik tüm koordinasyon işleri Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nda (AFAD) toplanmış, 2011 yılında Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (2023) hazırlanmıştır (Türkiye Habitat III Ulusal Raporu, 2014: 18). Bu tedbirler ve düzenlemelerin yanı sıra 31 Mayıs 2012 tarihinde 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girmiş ve kentsel dönüşümün çerçevesi belirlenmiştir. Bu doğrultuda çalışmanın amacı, Türkiye açısından önemli bir sorun olan doğal afet riski altındaki alanların dönüştürülmesine yönelik kanuna ilişkin eleştirel bir bakış açısı oluşturmaktır. Çalışmada kentsel dönüşümün tanımı, tarihçesi, Türkiye’deki hukuki dayanakları ve 6306 sayılı Kanunun uygulanmasına ilişkin sorunlar ve eleştiriler yer almaktadır.

KENTSEL DÖNÜŞÜMDE KAMULAŞTIRMA

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesi, taşınmaz malikleri ile anlaşma olmaması durumunda, anlaşma yapmayan maliklerin taşınmazlarının kamulaştırılacağına dair açık bir hüküm ihtiva etmemektedir. Sadece tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan ya da mülkiyeti davalı olan taşınmazların kamulaştırılması açıkça düzenlenmiştir. 73. maddenin 13. fıkrasına göre “kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir.” Belki aynı maddede geçen “Belediye kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulama alanında bulunan taşınmazların kamulaştırılması sırasında veraset ilamı çıkarmaya veya tapudaki kayıt malikine göre işlem yapmaya yetkilidir.” yetkilidir ifadesi, belediyenin kentsel dönüşüm amacıyla kamulaştırma yapmaya yetkili olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak, madde daha ziyade belediyeye bazı konularda yetki veriyor şekilde yorumlamaya daha müsaittir. Üstelik maddenin 8. fıkrasında geçen “Belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18’inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir.” ifadesi de izaha muhtaçtır. Ancak yine de 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesinin gerektirdiği uygulamalar için belediyelerin kamulaştırma yap yetkisinin bulunduğunu kabul etmek, maddenin amacına daha uygun bir yaklaşım olacaktır. Zaten madde metninde geçen “Kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanlarında bulunan yapıların (…) kamulaştırılmasında anlaşma yolu esastır.” ibaresi de bu görüşü doğrular niteliktedir. Kamulaştırma konusunda 73. maddede ayrıntılı hükümler yer almamaktadır; bu nedenle bu konuda 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. KENTSEL DÖNÜŞÜMDE MÜLKİYET İHTİLAFI BULUNAN

TAŞINMAZLARIN KAMULAŞTIRILMASI

73. maddeye göre kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin uygulanması sırasında, tapu kayıtlarında mülkiyet hanesi açık olan veya ayni hakları davalı olan taşınmazlar doğrudan kamulaştırılarak bedelleri mahkemece tayin edilen bankaya belli olacak hak sahipleri adına bloke edilir. Bu ifadeden maliki belirli olmakla birlikte, mülkiyeti davalı olan taşınmazların malikleriyle anlaşma yoluna gidilmeyeceği, bu taşınmazların doğrudan kamulaştırılacağı anlaşılmaktadır.

KENTSEL DÖNÜŞÜMDE ACELE KAMULAŞTIRMA YAPILIP YAPILAMAYACAĞI

Acele kamulaştırma müessesi, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir: “3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilânda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.” Belediye Kanunu’nun 73. maddesinde bu yönde bir hüküm bulunmamasına karşılık, Bakanlar Kurulunun Kamulaştırma Kanunu’nun 73. maddesinin verdiği genel yetkiye dayanarak kentsel dönüşüm alanında kalan taşınmazlar hakkında acele kamulaştırma kararı verdiği görülmektedir. Ancak Danıştay 6 Dairesi bu konuda verdiği kararlarında belediyenin kentsel dönüşüm sınırları içindeki mülk sahipleri ile öncelikli olarak anlaşma yoluna gitmesini, anlaşmanın gerçekleşmemesi halinde de olağan kamulaştırma yolunu tercih etmesi gerektiğini ifade etmiştir (Aydınlı ve Kaya, 2013: 458). Konu hakkında Danıştay 6. Dairesinin 26.10.2011 tarihli ve E: 2009/10848, K: 2011/4020 sayılı kararına bakılabilir. Danıştay’ın bu yönde karar vermesinde, acele kamulaştırma işleminin niteliğinin etkili olduğunu düşünüyoruz. Acele kamulaştırma işlemi çok istisnai bir durumdur. Kamulaştırma işleminin mülkiyet hakkını doğrudan etkilediğini dikkate aldığımızda acele kamulaştırma işlemlerine ancak çok istisnai durumlarda başvurulması gerektiği açıkça görülür. Fakat burada çok önemli bir hususu gözden kaçırmamak gerekir. Acele kamulaştırma işlemleri, bu konuda alınmış bir Bakanlar Kurulu kararına dayanılarak yapılmaktadır. Dolayısıyla acele kamulaştırma işlemlerinde asıl dava konusu işlem Bakanlar Kurulu kararı olmalıdır. Çünkü kentsel dönüşüm açısından baktığınızda, asıl hukuka aykırılık, acele kamulaştırma işleminde değil, buna esas teşkil eden Bakanlar Kurulu kararındadır.

KENTSEL DÖNÜŞÜMDE KAMULAŞTIRMA DIŞI TUTULAN VE İMAR HAKKI VERİLMEYEN PARSELLERİN DURUMU

73. maddenin 8. fıkrasına göre belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanunun 18’inci maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanlar kamulaştırmasız el atma davası açabilir. Bu fıkra ile kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde belediyelere ait gayrimenkuller ile belediyelerin anlaşma sağladığı veya kamulaştırdıkları gayrimenkuller üzerindeki inşaatların tamamının belediyeler tarafından yapılacağı veya yaptırılacağı, belediye ile anlaşma yapmayan veya belediyece kamulaştırılmasına gerek duyulmayan gayrimenkul sahiplerinden proje alanında kendilerine 3194 sayılı Kanun’un 18. maddesine göre ayrı ada ve parselde imar hakkı verilmemiş olanların kamulaştırmasız el atma davası açabileceği hükme bağlanmıştır. Bu hüküm aslında zaten var olan bir uygulamayı 73. madde metnine taşımaktan öte bir anlam ifade etmemektedir. Zira imar planı içerisinde bulunup da kendilerine imar hakkı verilmeyen parsel maliklerinin kamulaştırmasız el atma davası açabilecekleri açıklama gerektirmeyecek kadar açıktır.”

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>