Haberde Bursa

ŞİDDETİN HER TÜRÜNE, ÖZELLİKLE ÜLKEMİZDE VE ŞERİAT ANLAYIŞINDA KADINA YÖNELEN ŞİDDETE LANET OLSUN.

25.11.2021
480

Geçmiş dönem CHP Parti Meclis Üyesi Güler Buğday kaleme aldığı yazıda; “”Şiddet, bireyin fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik yönden zarar görmesiyle yâda acı çekmesiyle sonuçlanan bir eylemdir. Kendine güveni ve saygısı olan, sevgiyle büyümüş, ahlaki değerleri gelişmiş, vicdan sahibi, çağdaş ve uygar hiç kimse şiddeti onaylamaz. Ancak tüm ilkelliğine, barbarlığına ve uygulayanların yobazlığına karşın şiddet yaşamımızdan her alanda kendini göstermektedir. Şiddetin birçok türü uygulanmaktadır:

Fiziksel şiddet.
Cinsel şiddet.
Duygusal şiddet.
Ekonomik şiddet.
Siber şiddet.
Örnekleri çoğaltabiliriz:
Korumasız olan çocuğa evde, dışarda veya kuran öğrensin diye gönderildiği dinci tarikatlarda muhatap olduğu fiziksel, cinsel, ve duygusal şiddet çocuklarımızda onarılmaz yaralar açıyor.
Yine tüm yaşamı evlatlarını büyütmek için mücadele ile geçmiş ancak sonunda aile bireylerince zaman zaman yük sayılan yalnız bırakılan yaşlılara uygulanan şiddette asla kabul edilemez.
Birde siyasette başarılı olan, çok çalışkan ve yürekli olanlara karşı kıskançlıktan kaynaklanan ve uygulanan şiddet hatta başarılı insanlara uygulanan linçte söz konusudur.
Ancak biz bugün “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” olarak kabul edildiği için öncelikle kadına şiddeti konuşup, yazıp, paylaşıp kınayacağız.
Birleşmiş Milletler tarafından 1999 yılında alınan bir kararla 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul edilmiştir.
Sanal medya güçlendikçe bu tür toplumsal olaylarla ilgili gerek kutlama, gerek kınamayla ilgili olaylar daha fazla gündeme girmekteler.
Ancak demokrasisi güdük veya yok hükmünde olan ülkelerdeki yönetim biçimi ilkel, hatta faşizmle eş değerde olunca kadına şiddet her alanda uygulanmaktadır.
Özellikle geri kalmış ve feodal toplumlarda, dinci bezirgânların, yobaz din adamlarının etkili ve söz sahibi olduğu ülkelerde “Kuran’da yeri var ve nasıl uygulanacağı belirtilmiştir” diye kadına şiddete meşruluk kazandırılmıştır.
Cahil, kendine güvensiz, ekonomik olarak yetersiz ve din baskısı altında olan kadınlarımız daha fazla şiddete maruz kalmaktadırlar.
Şiddet yıpratıcı ve çok can acıtan bir eylem olduğu kadar bulaşıcı bir hastalık gibi insanlarda etkili de olmaktadır.
Çok kavgalı ve her tür şiddetin etkili olduğu evlerde yetişmiş insanlar evliliklerinde de kavga eden ve problemli ve mutsuz yaşayan veya yaşatan insanlar olmaktadırlar.
Yine aileden şiddet görerek büyüyen özellikle erkek çocuklarda çoğunlukla eşlerine veya beraber oldukları kadınlara karşı şiddet uygulamaktadırlar.
Oysa şiddet öyle ilkel ve ruhsal yapıyı bozan ve olumsuz etkileyen aşağılık bir eylemdir ki sadece şiddet gören kişiyi değil aynı zamanda ana, babayı, evlatları, kardeşleri, yani sonuçta toplumu ve en önemlisi geleceğimizi etkileyen bir davranış bozukluğudur.
Şiddete maruz kalan kişiler kadar şiddet mağdurunun yakınları da bu olumsuzluktan büyük zarar görüyorlar.
Özellikle mutsuz evlilikler, sevgisiz ve kavgalı ortamlarda yetişen ve travmalara muhatap olan çocukların ne kendilerine nede uzun vadede topluma yararlı olmaları çok zor olmaktadır.
Bu nedenle şiddetin her türüne ve özellikle kadına karşı uygulanan şiddet ve baskıya sessiz kalmak ve göz yummak asla insani olamaz ve hiçbir koşulda sessiz kalınmamalıdır.
Çok düşündürücü olan bir uygulama yine evlerimizde ve toplumda egemen bir anlayıştır.
Yıllarca şiddete maruz kalmış kadınlar yaşlılıklarında özellikle erkek çocuk anneleri çocuklarının şiddetini onaylayabilmekte ve bu ilkel davranışın onun hakkı olduğunu düşünecek kadar dengesiz ve hasta ruhlu olabilmektedirler.
Şimdi gelelim kendi ülkemizde Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kadına erkekle eşit hakları ve seçme seçilme hakkını yasalarla verdiği, kadını her alanda yetkili kıldığı ve değer verdiği anlayış neden son yıllarda yok olup kadın cinayetlerine varacak kadar bozulmuştur?
Olayları ciddi değerlendirmek için baktığımızda sağ siyasette bu durum problemli ve çoğunlukla kadınlar sınırlı ve etkisizdir.
Daha çok evde görevli, çocuklarına, kocalarına ve aile büyüklerine bakmak ve hizmet etmekle sorumlu tutulmuşlardır.
Özellikle bu anlayışta eğitim hakkı elinden alınan, daha etkin olarakta feodal yapılarda okutulmaları “günah ve yasak” olan kızlarımız ve kadınlarımıza karşı her türlü şiddetin uygulanması çoğunlukla rutine dönüşmüştür.
20 yıldır ülkeyi tek başına yöneten; gizli “şeriatçı anlayışını, dinci bağnaz yapısını topluma şırıngalayan” AKP ve özellikle son üç yılda Tek Adam Şahsın Devleti keyfiyetinde kadınlar adeta orta çağ karanlığına itilmişlerdir.
Ülkeyi hukuk anlayışında kanunlara göre yönetmek istemeyen Tek Adam Şahsın Devleti, “Kadınla erkek eşit olamaz bu fıtrata ters…” diyerek sanki güreş hakemi gibi iki cinsi fiziksel bir değerlendirmeye tabi tutmaktadır.
Bu anlayış ve iktidar, dinci bağnaz, sapkın ve hasta ruhlu, dengesiz ve cahil insanların saçma sapan fetvaları ile kadını aşağılatmakta ve kadını erkeğin bir seks objesi gibi görmelerine sebep olmaktadır.
AKP iktidarı ve kendisine biat etmiş Yancısı MHP bileşeninde kadın vitrin süsüdür.
Kadının işlevini daha çok evi ile, ailesi ile ve eşinin her türlü isteğine koşulsuz hizmetle sınırlayan bir anlayış sonucunda geçen yıl 410, bu sene ise 345 kadın cinayeti gerçekleştiği bilinmektedir.
Üstelik bu çaresiz yitip giden kadınlar göz göre göre yardım ve korunma istemelerine karşın öldürülmüşlerdir.
Oysa İstanbul da imzalanan ve imzacısı olduğumuz; Tek Adam’ın keyfi bir kararıyla bir gece tek imza ile kaldırılan “İstanbul Sözleşmesi hayati önem taşımaktadır”
İstanbul sözleşmesi 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine ait olan kanunun da daha etkin uygulanmasının güvencesiydi.
Kadına güvence ve topluma saygınlık sağlayan İstanbul Sözleşmesi, ne yazık ki ilkel ve şeriat özlemcisi olan ve AKP’nin arka bahçesinde beslenen ve güçlenen dinci ceberut ve karanlık güçlerin dayatması sonucu kaldırılmıştır.
Oysa en başta devlet ve sonra devlet organlarında görevli olan özellikle hukuk insanları, savcılar, hâkimler, avukatlar ve tüm sendika ve sivil toplum örgütleri Kadına Şiddete DUR…” demek ve İstanbul Sözleşmesini yeniden uygulamak zorundalardır.
Çağdaş ve uygar toplumlarda, demokrasisi güçlü devletlerde, insanını özelliklede toplumun ve geleceğin mimarları olan kadınlarımızı, kızlarımızı korumak devletin asli görevidir.
Bunun için çıkarılacak kanunlar kadar onları uygulayacak olanların iyi eğitilmesi ve Taliban kafasıyla hareket etmemesi gerekmektedir.
Katil, terörist ve kadın düşmanı Afganistan’daki işgalci barbar Taliban anlayışı ile “Aramızda düşünce farkı yok” diyen ve ne acıdır ki, Türkiye Cumhuriyetini yöneten (!) Tek Adam rejiminden ilk ve acil seçimlerde kurtulmak gerekmektedir.
Bu konuda kitaplar yazabiliriz. Yüzlerce soruna bir o kadar çözüm önerileri yapabiliriz.
Ancak bunların hepsi için önce insan olmayı becerebilmeliyiz.
Aile içi şiddeti meşru göremeyiz ve “kol kırılır yen içinde kalır” diyemeyiz.
Bu konumdaki kadınlarımıza ve özellikle sapkın erkeklere küçük yaşta eş yapılan kız çocuklarımıza sahip çıkmak zorundayız.
Onlara yaşam güvencesi ve kendi ayaklarının üstünde duracakları olanakları devlet sağlamalıdır.
Bu anlayışı anaokulundan, ilkokuldan başlayan bir anlayışla ve kadını ikincil kılan saçmalıklardan arındırarak çocuklarımıza öğretmeliyiz.
Eğitimde ve sosyal yaşamda erkeği yücelten söylemlerden arındırılan ve cinsiyet eşitliğini sağlayan bir eğitim sistemine dönmeliyiz.
Ayrıca ülkeyi yönetenlerin ve tüm siyasi yapılarda görev alan veya almak isteyenlerin şiddet dilinden uzak sevgi diliyle ve saygılı olarak konuşmalı ve davranmalılardır.
Daha fazla uzatmak istemiyorum çünkü okumuyorsunuz.
Oysa en azından benim bu yaş ve sağlık sorunlarıma karşın verdiğim emeğe saygıdan bir 5-10 dakikanızı ayırıp okusanız kendi yüzleşmenizi yaparsınız.
Kadınlar olmadan yaşam var olamaz, kimse bunu unutmasın.
Kadınlar bir tolumu uygarlaştıran, dünyada saygın konuma gelmesini sağlayan evdeki öğretmenlerimizidir.
Kadınlar yaşamı yaşanılır kılan; evde, işte, sanatta ve her yerde ve ülke yönetmede mucize yaratacak kadar yetenekli ve beceri olan insanlardır.
Bu konuda bizler sağduyu sahibi insanlar kadınlara değer verirken bazı kadınlarda hak etmeden kazandıkları statü ve güçle egolarını ve ihtiraslı duygularını, emeksiz elde ettikleriyle etraflarına ve ailelerine zarar veren, nefret ve sevgisizlik eken, mutsuzluk yaratan hastalıklı tavırlarından kurtulmak zorundalar dır.
SON SÖZ:
Kadını yaşat ki insanlık yaşasın.
Kadına şiddete son verilmesi için var gücünle vazgeçmeden mücadele etki insan sayılasın.
Sevgiyle saygıyla, eşit yurttaşlar olarak barış ve kardeşlik duyguları ile insanca, onurluca, özgürce, haksızlıklara ve hukuksuzluklara izin vermeden yaşayalım ve yaşatalım.”
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>